MALÛM, ekrana çıkartılan tesettürlü genç kızlardan biri Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmediğini ve İran Devrimi önderi Ayetullah Humeyni’yi tercih ettiğini ekledi.
Olabilir. Özgür ve iradi bir seçimdir. Onu susturmak kimin ne haddine!
Hele hele, "adli soruşturma açmak" (!) ve falanca "koruma kanunu"nun, filanca maddesine göre cezalandırmaya kalkışmak kadar antidemokratik bir şey düşünülemez.
Ama böyle ciddi bir konu da, zevkler ve renkler tartışılmazhafifliğiyle geçiştirilemez.
* * *
ÖYLE, çünkü örneğin ben söz konusu genç kızın tam zıddında yer alıyorum.
Allah yazdıysa bozsun, tabii ki ne "Kemalist", ne de "Atatürkçü"yüm!
Fakat, aynı Mustafa KemalAtatürk’ü sonsuz severim. Mantığımla severim.
Aslını inkár eden námerttir, Gazi’nin ürünü olduğumu bilecek kadar akıl sahibiyim.
Artı, söz konu sevgim bir bütündür.Birini cımbızla seçip, diğerini kürekle örtmem.
Yani, yukarıdakilerin gizlemeye çalıştığı tüm insani zaaflar da benim sevgime dahildir
Ama, sadece sevdiğimi söyledim. Hamaseti ağzımdan yel alsın, aynı "Kemalistler"inyaptığı gibi, isim kutsadığımı, heykel putlaştırdığımı, portre ikonalaştırdığımı söylemedim!
* * *
BUNA karşılık, Humeyni’yi hiç sevmem. Günahım kadar sevmem. Diş bilerim.
Nefret ettiğim dini totalitarizm bir yana, "devrim" mevrim diye tongaya basıp Tahran’a dönen iki mülteci yoldaşımı Mollabaşı kurşuna dizdirttiği için, ayrıca kuyruk acım vardır.
Her halükarda da, benim kıstaslarıma göre Türk Cumhuriyet Devrimi’yle İran İslam Devrimi’ni kıyaslamaya kalkışmak, elmalarla armutları karıştırmanın bile ötesine taşar.
Birincinin "ışıltılı despotizm"i insanı özgürleştirecek demokrasiyi hedeflemiştir.
İkincisi ise "karartılı diktatorya" altında o insanı kûllaştıran teokrasiyi inşa etmiştir.
Zaten de, durum işte ortada! Karşılaştırın, fark göz çıkartıyor.
Kemal’e karşı "Kemalizm" sultası kurmuş bir statükoya rağmen eğer kanuni rizikoyu göze alıyorsanız, ekrana çıkıp "Atatürk’ü değil, Humeyni’yi seviyorum" diyebilirsiniz.
Ancaaak, Farsi televizyon "Humeyni’yi değil Atatürk’ü seviyorum" láfını edecek bir babayiğite söz hakkı tanısın, ben de ömür boyu molla sarığıyla gezeceğime yemin ediyorum.
* * *
ŞAKA bir yana, kızım yaşında olsa bile yine de benim gibi bir "Cumhuriyet ürünü" sıfatını taşıyan hicáp giyimli o genç hanım niçin Atatürk’e karşı Humeyni’yi tercih ediyor?
Derhal ekleyeyim, "canım, marjinal bir durumdur" diye kendimizi kandırmayalım.
Kabul biraz öyledir ama hepimiz bal gibi biliyoruz ki, bu uç raddeye ulaşmasa dahi, önemli bir kesim insanımız "esas itibariyle" o "marjinalite"ye yakın bir yerlerde duruyor.
Zaten, "koruma kanunu" kaldırılmış olsaydı bunu çok daha net biçimde görecektik.
O halde, madem yasa mevcutken bile birisi "ben Humeyni’yi seviyorum" diyebiliyor, bu takdirde "Kemalistler"e, "Atatürkçüler"e, "ulusalcılar"a hak vermek gerekmiyor mu?
Onların "devrim vidası sıkalım" vaazları son çare bir can simidi oluşturmuyor mu?
Yani, daha da fazla Atatürk heykeli dikmek, sloganı yazmak, portresi asmak, bulvarı açmak; putunu, tabusunu, totemini daha da çok kutsallaştırmak zorunluluğu dayatmıyor mu?
* * *
ASLA! Zira, eğer bugün önemli bir bölüm insanımız o tesettürlü genç kızın ideolojik periferisine yakın duruyorsa, bunun sorumlusu Büyük Mustafa Kemal Atatürk değildir!
Aksine, yegáne sorumlu, káh "Kemalist", káh "Atatürkçü", káh da "ulusalcı" yafta altında Gazi’nin adına ve ona r-a-ğ-m-e-n put, tabu ve totem empoze eden; Cumhuriyet’in özü olan demokrasiyi iplemeden de totalitarizmle otoritarizm arasında gidip gelen statükodur.
Bunun nedenlerine ve gerekçelerine yarın değineceğim.