İki felaket diplomasisi

BEYOĞLU’ndaki ünlü Şişmanoğlu Konağı Yunanistan Konsolosluğu’na aittir.

Haberin Devamı

Zaten sanırım herkes fark ediyordur, çünkü binada Helen ve AB bayrakları dalgalanır.Ve önünden hemen her gün geçtiğim için biliyorum, burası her daim insan kaynıyor.
Çünkü gayet önemli sergiler ve çok çiddi kültürel faaliyetler gerçekleştirmeye başladı.
Şehrimize ne mutlu ki dost ve kardeş komşularımızın Şişmanoğlu Konağı da örneğin İspanya’nın “Cervantes” veya İtalya’nın “Casa d’Italia” merkezleri gibi, “öteki” ufuklarını İstanbullulara bu defa Yunanî perspektifte açan bir irfan, hars ve tanıtım yuvasına dönüştü

DOST ve kardeş diye kasten vurguladım!
Zira geçtim ortak tarihi miras filan gibi beylik lâfları, o Beyoğlu’nu ister Cadde-i Kebir’de, ister en ara sokaklarda katedin, kahvelerde, lokantalarda, dükkanlarda ne işitirsiniz?
Tabii ki her adım başı kâh bir rembetiko, kâh bir sirtaki dışarıya taşar.
Oysa şüphe mi var,  aynı tınıların insanları dostluk ve kardeşlik için yaratılmışlardır.
Bazen kavga etseler dahi onların mukadderatında böylesine bir mahkûmiyet yazılıdır.
Ve Türkler ve Helenler de işte buna mahkûmdurlar ki, ceza vermiş hâkime bin şükran!

Haberin Devamı

PEKİİ, yukarıdaki pembe, olumlu, iyimser ve güvenli tabloyu neye borçluyuz?
Heyhat, korkunç bir felâkete!
Çünkü eğer 17 Ağustos 1999 gecesi o meşûm Deprem sarsmasaydı; eğer aynı gecenin sabahından itibaren Ankara’yla mevcut tüm husumetleri kenara iten Atina hükümeti Türkiye’ ye yardım seferberliği ilân etmeseydi; eğer Türk kamuoyu bu kara gün dostluğundan sonsuz duygulanmasaydı; ve de eğer etki-tepki diyalektiğinde Helen kamuoyu aynı duygulanmadan aynı ölçüde duygulanıp o dostluk ve kardeşlik mahkûmiyetini hatırlamasaydı, büyük ihtimalle  söz konusu tablo bugün hâlâ kapkara, hâlâ olumsuz, hâlâ kötümser ve hâlâ güvensiz olacaktı.

BU münasebetler olmasaydı  Şişmanoğlu Konağı’nın kapısında Yunan bayrağını görmeyebilirdik.
Ne ana caddede, ne ara sokaklarda da rembetiko veya sirtaki işitebilecektik.
Çünkü unutmayalım, düne kadar CHP yöneticisi olan ve TBMM kürsüsünden Dersim kıyamını sahiplenen sabık diplomatın “Kardak bizimdir” diye üfürdüğü yalan, depremden henüz üç sene önce bizi bir kaya parçası uğruna Yunanistan’la savaşın eşiğine getirmişti.
“İt dalaşı”ndan “esas dış tehdit” algılamasına da birbirimizin kuyusunu kazıyorduk.
Ne zaman ki  felâket  kapıyı çaldı; ne zamanki yer yerinden oynadı; ne zaman ki tabutlar  sıralandı, Türkler ve Helenler olarak hem her şeyden önce insan olduğumuzu anladık; hem de mukadderatımızda dostluk ve kardeşlik mahkûmiyetinin yazdığını tekrar hatırladık.
İşin özü, bugünü dünkü depremin acısında doğan “felâket diplomasisi”ne borçluyuz.
Dolayısıyla da Körfez’de ölenlerin ruhunu ayriyeten ikinci bir defa yâd ediyoruz.

Haberin Devamı

İMDİİ, boyut ve içerik farklı olsa dahi İsrail’deki Karmel yangınını izleyen gelişmeler de gerek Ankara, gerek Tel-Aviv için bu tür bir “felâket diplomasisi”ni gündeme getiriyor.
Türkiye itfaiye uçaklarını derhal göndermekle çok olumlu ve çok usta bir jest yaptı.
Başbakan Binyamin Netanyahu ise hem muhatabı Recep Tayyip Erdoğan’a hemen teşekkür telefonu açmakla, hem de o uçak pilotlarını anında ziyaret etmekle jesti “hava kaptığının” işaretini verdi.
Buna İsrail kamuoyunda ve medyasında değişen havayı da eklemek gerekiyor.
O halde evet, övünülecek bir yanı olmasa dahi her iki tarafın da realpolitik davranarak “felâket diplomasisi” büyük kıvraklıkla ve sekteye uğratmadan sürdürmesi gerekiyor.
Körfez’deki gibi, Karmel’de ölenlerin de ruhu ikinci bir defa daha hayırla yâd edilir!

Yazarın Tüm Yazıları