Huduttaki sakal

Belçika’daki gençlik kampında geçen yıl Draha Çaystokava’yla tanıştım. Tanıştım ne kelime, vuruldum.

Romantika aşklarda boğuldum. On bir ay boyunca, sanki Kafka ve Milena’ymışız gibi hiç durmadan mektuplaştık. Bak Milena’m, senin uğruna, tamı tamına bir yıldır dokunmadığım o canım sakallarımı bile kestim ki, her halde bu fedakárlığımı unutmassın.

Polis bir pasaporta baktı, bir de yüzüme baktı.

Tekrar tekrar baktı. Belki on defa baktı.

Aptal değilim, aynasızın bir haltlar karıştırmak üzere olduğunu sezinlediğimden, tabii ben de şafak attı.

Nitekim, zaten meymenetsiz suratına daha da ciddi bir ifade takınarak, tek kelimesini anlamadığım bir lisandan makine gibi konuşmaya başladı.

Sonra, önce pasaporttaki tüysüz ergenlik resmimi gösterdi, ardından da yüzümdeki sakalları işaretledi.

Ve el hareketleriyle, sınırdan içeri girebilmem için onları kesmem gerektiğini belirtti.

Aksi takdirde bunun mümkün olamayacağını da, káti bir şekilde belli etti.

Benim de dünyam yıkıldı.

Tarih 1971 Ağustosu’dur. Bir Belçikalı arkadaşımın "iki beygir" otomobiliyle, Bavyera taraflarındaki bir Alman hudut kapısından Çekoslovakya’ya girmeye çalışıyoruz.

Çünkü, adını hálá dün gibi hatırlıyorum, yine o Belçika’daki gençlik kampında geçen yıl Draha Çaystokava’yla tanıştım.

Tanıştım ne kelime, vuruldum. Romantika aşklarda boğuldum.

On bir ay boyunca, sanki Kafka ve Milena’ymışız gibi hiç durmadan mektuplaştık.

Üniversite profesörlüğünden atılan babası "Dubçekçi" bir muhalif olduğu için, aralıktan beri kızının da ülkeyi terketmesi yasaklandı.

Dolayısıyla, dağ dağa kavuşmaz, yár yáre kavuşur misali, ben onu görmeye gidiyorum.

Ama gidebilecek miyim?

HANİYSE HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLAYACAĞIM

Evet girebilecek miyim, çünkü pis pis sırıtarak kepinin üzerindeki kızıl yıldızı parlatan mendebur sınır polisi işte Nuh diyor, peygamber demiyor.

Sakalları kesmediğim takdirde içeri almayacağını gayet aşikar bir şekilde anlatıyor.

Muhtemelen rüşvet istiyor ve on dolara fit olacak ama, o on dolar biz çulsuzlar için beş yüz kilometre benzin parasına tekábül ettiğinden, bunu herifin cebine koyamayız.

Çare yok, ya herru, ya merru, Draha’nın aşkı uğruna, tam bir yıldır hiç dokunmadığım ve "adam olmak" simgesi addettiğim ilk gençlik tüylerimi yolacağım.

Ne bende, ne de arkadaşımda tıraş áleti olmadığı; böyle bir şeyi Çek hudut kapısında bulabilmek ise hayal dahi edilemeyeceği için, gerisin geri Almanya’ya döndük.

İlk köy bakkalından bir makina, bir jilet ve tuvalet lavabosunda soğuk su, kan ve revan içinde kalan suratımı hacamat ederek o güzelim sakalların icábına baktım.

Ve tüysüz çehremi aynada gördüğüm an, haniyse hüngür hüngür ağlayacağım geldi.

Sonra tekrar Çekoslovakya sınırı; muradına erdiği için şimdi pis pis sırıtan aynasızın vurduğu "geç" damgası; gümrükçülerin otomobili, sırt çantalarımızı ve üzerimizi donumuza kadar araması; nihayetinde de, sen sağ ben selámet, çekiçli bir "kızıl işçi" panosunun yanında "Aslan Asker Şvayk" lisanıyla Prag bilmem kaç kilometre diye yazan yol levhası.

Bak Draha Çaystokava, bak Milena’m, senin uğruna, tamı tamına bir yıldır dokunmadığım o canım sakallarımı bile kestim ki, her halde bu fedakárlığımı unutmassın.

Evet evet, beynimin gizlisinde bir daha geri dönmemek cüretkárlığı ve on dokuz yaşımın deli dolu isyankarlığı, Sirkeci’den trene binerek her şeyle "ipini koparttığım" tarihten beri tamı tamına bir yıl geçti.

İşte o "hayati an"dan beri de sakal falan kesmiyorum.,

Kabul, akan elli iki haftaya rağmen öyle pek uzamadılar.

Değil yarı belime kadar gelmek, çenemi bile adamakıllı dolduramıyorlar. Olsun!

Yine kabul, hem gayet seyrek ve gayet ince çıkıyorlar, hem de her halükárda, henüz ergenlik azmanı bir yeni yetme olduğumu gizleyemiyorlar. Yine olsun !

Onlar benim ö-z-g-ü-r-l-ü-k alámet-i farikama dönüştüler ki, dediğim gibi, eğer Bohemyalı sevgilimin aşkı olmasaydı, asla ve asla dokunmayacaktım.

Çünkü, böylesine bir "sakal özgürlüğü" benim için yalnız ebeveyn baskısından kaçmamı simgelemiyor.

Aynı zamanda, hatta bilhassa ve bilhassa, geçen hafta bahsettiğim ve "cinnet yılları" belirleyecek olan o halk dalkavukçusu "kitle çizgisi"nden de kurtulmayı simgeliyor.

TÜH SENİN SAKALINA DA BIYIĞINA DA

Evet evet öyle, zira "komünist ideal"im (!) dahil her bir şeyle köprüleri attım ya, dolayısıyla ne "yoldaş, halkımız seni bu akademi züppesi suratla görürse, sana hiç güvenir mi" diyecek başka bir "sıradan yoldaş" (!) var; ne de, "Gueveracı maceracılar gibi sakal bırakmanın álemi yok" diye fırça atacak "üst düzey yoldaş" var !

Aynen Bedri Rahmi’nin, "Herifçioğlu Sen Mişel’de koyvermiş sakalı / Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı" şiirindeki gibiyim.

Zaten yeminim yemin, şu Çek hudut kapısındaki "vukuat" bir yana, yine hiç tıraş olmayacağım ve bir yıldır nasılsam, hep öyle kalacağım.

Kaldım da! Fakat öylesine sınırlı bir süre kaldım ki!

Sakallarım sahiden de biraz biraz uzamaya başlamışlardı ki, gerçek varlığından korkan bir küçük burjuva olarak, tekrar aniden zuhur eden ve, "kes şunları ve halkımızın kitle çizgisine uygun davran" diyen komuta itaat ettim.

Dolayısıyla da, "cinnet yılları"na bu defa tam balıklama daldım.

Başka bir deyişle, şimdilerde yavaş yavaş sakal bırakmaya heveslenen ve eleştirdiğimde de bana açık açık meydan okuyan canım ciğerim oğlum kadar cesur davranamadığım içindir ki, "sakalsızlık esaretleri"ni gönüllü biçimde kabullenmiş oldum.

O halde, on yaşındaki ahmak ve biçáre ben; Çek hududunda ve korkaklık hududunda sınırı aşan ben, tüh senin sakalına da, bıyığına da!
Yazarın Tüm Yazıları