ASLINA bakarsanız başlıktaki iki ismi yan yana getirmek dahi midemi bulandırıyor.
Çünkü ayrıntısına aşağıda geleceğim, İsmet İnönü “zamanın ruhu”nu Türkiye’ye yansıtan ve Mustafa Kemal’i sürdüren, otoriter ama büyük, çok büyük bir liderdir. Nokta! Oysa Adolf Hitler tarihinin en karanlık dehlizlerinde bile çok az ortaya çıkan türden ve habis benliği ve yarı meczup kimliğiyle bir cehennem kaçkını olan Deccâl’in tâ kendisiydi! Dolayısıyla, bel altına ilk vuran ve mesnetsiz polemiği başlatan CHP önderi olsa dahi, Başbakan’ın yukarıdaki adları birlikte telaffuz etmesi asla ve asla onaylanamaz ki, yine nokta!
ÜSTELİK geçtim “Milli Şef”i, velev ki Hitler onun kopya etsin, Benito Mussolini bile “Führer”le aynı kaba konulamaz. Böyle bir özdeşleştirme Roma “Duçe”sine ve nazizmle kıyaslanmayacak ölçüde “insaniyet” (!) barındıran İtalyan faşizmine haksızlık olur. Bu takdirde, Bavyeralı onbaşının lânetli ismini bütün totaliter liderlerden hangisiyle yan yana getirebilirim diye düşünüyorum da, tabii ki aklıma ilkin malûm Stalin geliyor. Sonra da Romanya’daki “Demir Muhafızlar” örgütünü kuran ve hem canilikte, hem ırkçılıkta, hem de meczuplukta Berlin katilini pek aratmayan Corneliu Codreanu geliyor.
İMDİİ, yukarıda İnönü’nün isminin asla ve katla Hitler’le birlikte anılamayacağını vurgulamakla, “Milli Şef”in demokrat ve sivil bir kimlik taşıdığını da söylemiş olmuyorum. Hayır, zaten adı üzerinde “şef”, tek parti önderi de tıpkı halefi olduğu “Ebedi Şef” sıfatlı Mustafa Kemal Atatürk gibi diktatoryal yönü fazlasıyla ağır basan otoriter bir liderdi. Kabul de, anakronik yanılgıya düşerek tarihi bugünkü değerlerimizle yargılamayalım! Çünkü ilk cumhuriyet şartları zaten bir yana, ne Atatürk ve İnönü; ne de dolayısıyla 1950’ ye dek süren rejim başta “zamanın ruhu” diye adlandırdığım olgudan soyutlanabilir.
1. Harp nihayetiyle birlikte fırtınası esen o “zamanın ruhu” ki, ender demokrasileri de yalayarak istisnasız hemen her yere sirayet etti. Totalitarizmleri ve otoritarizmleri yüceltti. Çelik yumruklu iktidar ve örgütlerdeki “kişi tapınması” genel bir salgına dönüştü. Nitekim bırakın SSCB’de “Baba”, Almanya’da “Führer”, İspanya’da “Caudillo”, Hırvatistan’da “Poglavnik” lâkaplı sayısız “put lider”i, Yahya Kemal o nadir demokrasilere dâhil Çekoslovakya bile devlet kurucusu Edward Beneş’in ilahlaştırılmasını kastederek Prag’ı “Bir şehr idi güneşsiz / Görmedim tek semtini Beneş’siz” diye hicvetmemiş midir? O halde, tabii ki şimdiki ölçülerimizle onaylanamaz ama “Ebedi Şef”i de, “Milli Şef”i de, tek parti iktidarını da bu “zamanın ruhu”na oturtmamız ve haksızlık etmememiz gerekir.
ÖTE yandan, hayali bir “Kemalizm” uydurarak azılı İnönü düşmanlığı güden Attila İlhan’vâri “ulusalcı” hezeyanların aksine, selefle halef arasında öyle Çin Seddi falan yoktur. Tam tersi, nüanslara rağmen “Milli Şef” hiç şüphesiz ki “Ebedi Şef”in en meşru, en maddi ve manevi mirasçısıdır. Devraldığı bayrağı aynı doğrultudaki gönderde tutmuştur. Üstelik biraz Büyük Winston Churchill’i andırır biçimde Büyük İsmet İnönü’nün de dört hayati erdemi mevcuttur. Toplamı onun tüm yanlış ve eksiklerini bağışlatacak niteliktedir. Bir; muazzam bir diplomasi dehasıyla ülkemizi 2. Savaş kâbusundan uzak tutmuştur. Sırf bu mahareti dahi kendisini sonsuz minnetle anmamıza yetecek ölçüde bir olgudur. İki; zoraki de olsa çoğulcu rejimi kabullenmiştir. Demokrasimizde onun harcı vardır. Üç; Aydemir’in darbe girişimine direnmiştir. Diğeri gibi “şapkayı alıp” tüymemiştir. Ve dört; Deniz’lerin idamını reddetmiştir. Yine diğeri gibi yağlı ipe ilmik atmamıştır. Ve bütün bunlar da, bırakın ismini Hitler gibi bir Deccâl’inkiyle beraber telaffuz etmeyi, İsmet İnönü’nün şerefli adını yakın tarihimize platin harflerle yazdırmaya yeterlidir!