Paylaş
Israrla ve tekrarla, kampanyanın başından beri eksen kayması yaşandığını kaydettim.
Dolayısıyla da kalan sürenin en yakın virajında, yani bugün, yani yarın, yani en geç öbür gün, mutlaka “öz”e dönülerek trenin rayına oturtulması gerektiğini vurguladım.
Çünkü tartışmanın bizzat o anayasa üzerine odaklanması ve seçim atmosferinin derhal terk edilmesi aslında bir “makul zorunluluk” oluşturuyor. Akl-ı selim bunu dayatıyor.
Aksi takdirde, halkoylamasını yukarıdaki plebisit rotasına sürüklemiş olan muhalefet “zararın neresinden dönülse kârdır” ilkesini unutmuş ve son fırsatı da heba etmiş olacak.
EVET, buraya şimdiden yazın, o muhalefet, yani bütün bir “hayır bloku” eğer hemen taktik değiştirmez ve referandumu ana mecrasında algılamak yerine iktidarla hesaplaşmak platformunda sürdürmeye devam ederse, amiyane tabirle kabak kendi başında patlayacaktır.
Üstelik 13 Eylül akşamı sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, olgu değişmeyecektir!
Neden mi?
ŞUNDAN ki, eğer “evet”ler üstün gelirse iktidar çok meşru olarak, “işte gördünüz! Hepsinin toplamı bir ‘ben’ etmiyor” demek hakkına sahip olacaktır.
Zira marjinal SP hariç tüm partiler o “hayır bloku”nda yer aldığına ve BDP de boykot çağrısı yaptığına göre, AKP’nin başarıyı tek başına sahiplenmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Kimse, bilhassa da referandumu o “git-kal” plebisitine iteklemiş olan muhalefet gık çıkartamaz. Çıkarttığı takdirde, zaten yitirmiş olacağı prestij daha da aşağılara düşürecektir.
Hele hele, böyle bir sonuç karşısında “hükümet değil anayasa oylanmıştı” diyerek “çevir, kaz yanmasın” cinsi bir savunmaya geçerse, mızıkçılık gülünç kaçacaktır.
Üstelik aynı muhalefetin dayattığı aynı “git-kal” söylemi, iktidarın o “kal”ı tabir caizse söke söke kazanması durumunda, iddia edilen veya endişesi duyulan “otoritarist eğilimler”in teorik olarak AKP’de daha da çok güçlenmesine çanak tutmuş olmayacak mıdır?
“Evet” oranı arttığı ölçüde de tüm bunlar daha net belirginlik kazanacaktır.
“Hayır blok”u yanlış strateji ve taktiğin bedelini daha ağır ve daha fahiş ödeyecektir.
Fakat varsayalım ki o “hayır”lar ağır bastı!
DOĞRU, böyle bir gelişme hükümet partisini kısmen hırpalar. Bir ölçüde can yakar.
Ancak “evet”ler yüzde 40-45 oranının altına düşmediği (ki, sondajlar şimdilik böyle bir ihtimale hemen hiç şans tanımıyor); yani üç aşağı, beş yukarı AKP’nin oy seviyelerinde kaldığı takdirde, iktidar kurumu şok geçirmiş veya “komaya girmiş” (!) olmaz.
Çünkü son tahlilde aynı parti, “herkese karşı tek başınaydım ama işte mevziimi korudum” demek marjına sahip olacaktır. Seçimlere kadar da toparlamaya çalışacaktır.
Böyle bir savunma tezinden yararlanması ise yine aynı muhalefetin aynı referandumu baştan beri bir “git-kal” plebisitine dönüştürmüş olmasından kaynaklanacaktır.
Özetlersek, nereden bakılırsa bakılsın ve sonuç ne olursa olsun, “hayır bloku”nun halkoylamasına ilişkin strateji ve taktiği kısa - orta vadede semere vermeyecektir ve veremez!
12 Eylül günü gerçekleşecek anayasa referandumuna üç buçuk haftalık süremiz kaldı.
Seçim sandığına gitmiyoruz. Ne bir iktidarı, ne de bir muhalefeti mükâfatlandıracağız.
“Tercih” mührünü 26 değişiklik maddesinin üzerine basacağız.
Bu takdirde kalan süre boyunca onları tartışalım ki bir “git - kal” kavgası için değil, söz konusu değişikliğin demokrasi ufkunu genişletip genişletmediği kararı için oy kullanalım.
Paylaş