Hayat olarak amin duası

İŞTE lafı eveleye geveleye üç pazardır anlattığım gibi, hanidir müdavimi olduğum o yarı moda - yarı bohem lokantada tam burnumun dibine meymenetsiz bir çift çökmüş ve herifçioğlu markasını beğenmediği için mırın kırınla karşıladığı şampanyayı hatunla tokuşturmadan önce refakatçisine, ‘‘İnsan zenginse, şu ölümlü dünyada mutlaka geriye bir şeyler bırakmalı’’ türünden boyunu aşan cümle yumurtlamıştı ki, bu defa, komşulardan hiç hazzetmediğimi derhal anlamış olan benim refakatçim, ‘‘Boş ver, ağzımızın tadı kaçmasın’’ kabilinden bir masa altı jestiyle ayağımı dürtükledi ve kaş-göz işareti yaptı.

Çalışayım ama, ağzımın tadı kaçtı bir defa...

Gayet ehven fiyatına rağmen, soğutulmuş içildiği takdirde değme ‘‘millesime’’ bağbozumlarına taş çıkartan şu canım kırmızı şarap kursağımdan geçmeyecek.

Zaten, şıkıdım saunanın güneş lambası altından yeni çıkmış o ‘‘bronz’’ (!) herifçioğlu, ‘‘sinye’’ gözlüklerini hálá suratında lehimli tutan o hatuna öylesine yüksek sesle hitap ediyor ki, değil bitişikteki bizlerin duyması, aslında haldır huldur gürültülü olan lokantanın en uzak köşesindeki müşteri bile nokta, virgül steno notu tutabilir.

Fakat hadi yine de boş vermeye çalışayım...

*

MÜMKÜN değil!

‘‘Geriye mutlaka bir şeyler bırakmalı’’ sözünü işitmişim ya, herifçioğlunun ne ‘‘bırakmak’’ istediğini öğrenemezsem merakımdan çıldıracağım.

Tamam, geçen hafta dediğim gibi, süslü semer altındaki eşeği zaten görmüş olduğumdan, kubura para def-i hacet eylediği anlaşılan adamın öyle ‘‘hayırsever - sanatsever’’ cinsten bir ‘‘mecenat’’ mirasa atıfta bulunduğunu artık düşünmüyorum.

Eh, peki ne bırakacak?

Meraklanmamanız için derhal söyleyeyim, hiçbir bok bırakmayacak!

Çünkü onun ‘‘bırakmak’’ fiiliyle kastettiği şey yalnız ve yalnız bir yeni zenginin; daha doğrusu, varoluşu tamamen yüzeysellik ve ‘‘öteki’’nin gözünü kamaştırabilmek hesabı üzerine inşa edilmiş bir zavallının günübirlik hayatıyla özdeşleşiyor.

Bilmem ne marka lüks otomobilin bilmem ne deri koltuklu modeline ve oradan da falanca ‘‘haute couture’’ modaevinin filanca kuplu kostümüne, saydı Allah saydı.

Tabii, en egzotika memleketlerin en pahalı otellerinde tatili de unutmadı.

Ve bu arada, en ufak yalan söylüyorsam namerdim, hani hanımlarım hamileliği engellemek için bir yerlerine taktığı ve hekim dilinde galiba ‘‘sterilet’’ denilen alet var ya, işte söz konusu aparatı ve yine çok tanınmış bir markayı kastederek, ‘‘eğer imal ediyorsa, yatağa girdiğin kadın da o markayı kullanmalı’’ diye bir laf sokuşturdu.

*

İŞTE o an şaşkalozladım ve önce durakladım.

Sonra sevgili şeytan, ‘‘Al şu şampanya kovasını ve içindeki buzlarla birlikte herifçioğlunun kafasından aşağı boca ediver! Alt tarafı karakolluk olur ve kuru temizleme parasını ödersin. Bunun için kodese tıkmazlar’’ diye dürttü.

Ancak, ‘‘Yahu, buranın müdavimiyim ve iyi - kötü bir şanım var. Kovulup kendime başka lokanta aramayacağım. Üstelik refakatçim de, ‘azılı haydutla mı, yoksa zırdeliyle mi çıktım nedir' diyerek beni derhal postalayacak’’ diye düşündüm ve ya süphanallah çekerek kıçımı sandalyeden kaldırmadım.

Ve ben bütün bunları kafamdan geçirirken de, dostu mudur, metresi midir, arkadaşı mıdır her ne haltsa, meymenetsiz herifçioğlunun karşısındaki meymenetsiz hatun o ‘‘sinye’’ güneş gözlüklerinin üzerinden, başıyla tasdik işareti gönderiyordu.

Tabii, sevgili şeytan yine, ‘‘Kalk şu kadına hangi marka ‘sterilet' taktığını bir soruver’’ diye dürttü ama, ona uymamak için bütün irademi kullandım.

Fakat, bırakın ağzımın tadını, cigaramın dumanı bile kaçtığından, ne tatlı, ne kahve ve ne gazoz, refakatçime ayıp olacağını bile bile tanıdık garsondan derhal hesabı istedim ve derhal cehennem olup oradan kaçtım.

Ölümlü dünyada geriye bir şey bırakmak?

‘‘Epiküryen’’ tabir edilen cinsten bir gusto şahsiyeti ol, zerre itirazım yok. ‘‘Hedonist’’ denilen türden bir haz insanı ol, tabii ki yine hiç itirazım yok.

Hatta, ‘‘dandi’’ veya ‘‘zazu’’ diye çağrıştırılan biçimde züppemtırak bir kişilik sergile, kıvamı fazla aşmadığı takdirde onun bile başımın üstünde yeri var.

Ancak, ölümlü dünyayı sırf onun yüzeyselliğine ve cilasına indirgedikten sonra, geriye ne bırabilirsin ki be adam!

Musalla taşında soğuk bir ceset ve mezar çukurunda toprak bir kümbet!

Amin!
Yazarın Tüm Yazıları