Paylaş
Doğru tabii! Kabul, o sucuk gibi terlediğimi söyleyecek kadar abartıya kaçmayacağım.
Ama haftalardır dışarıya bile tişörtle, hadi bilemediniz ince bir süveterle çıkıyoruz.
Termometre yirmi derecelerden aşağı inmiyor ki atkıya, gocuğa, paltoya sarınalım.
Naftalinli dolapta mostralık niyetine duruyorlar ve böyle giderse de güvelenecekler.
GERÇİ şikâyet ettiğim falan yok! Aksine, hâlâ hiç fayraplamadığımız kombinin gaz faturası ciğerimi sökmeyecek diye sevinçten uçuyorum. Varsın havalar hep böyle gitsin.
Oysa yine de Kasım bitti ve işte Aralığa girdik. Normal addedilen bazı kıstaslar var.
Ama tabii, normal dedim diye sakın ekolojist mürteciler mal bulmuş Mağribi atlayıp “bak bak, atmosferin ısındığını sen de itiraf ediyorsun” diskurunu çekmeye başlamasınlar.
İklimbilimde o “normal” izafidir. Upuzun bir zaman dilimine yayılır ki, ben soba dahi yakılmayan nice yılbaşılar hatırladığıma göre, demek bugünkü durum da pek istisnai değildir!
Fakat buna rağmen doğru, şimdilerde soğukların nispeten bastırmış olması gerekirdi.
Zaten de Avrupa’da öyleymiş. Kızım ve oğullarım telefon ettikçe öğreniyorum, orada kış kıyamet ve kar bora hüküm sürüyormuş. Hatta kerimem torunumu yuvaya gönderememiş.
Hâlbuki burada durmadan lodos esiyor ve hâlâ “sucuk yazı” yaşıyoruz.
O lodosu da hiç sevmem. Hayır, denizlerin dalgasından korktuğum için falan değil!
Eh İstanbul, ötesi Kalamış çocuğuyum, aynı çocukluğumda sırf sallanmak için fırtınalı günlerde okuldan kaçar ve vapur çalıştığında da Kadıköy – Karaköy gidişi dönüşü yapardım.
Dolayısıyla da lodostan hazetmememin nedeni başka bir nedenden, ayıptır söylemesi, bu rüzgârın bende adetli kadınlara dokunmak gibi bir bulantı yaratmasından kaynaklanır.
Zaten Adriyatik’in “sirokko”, Batı Akdeniz’in “mistral” ve Güney Akdeniz’in “hamsin” rüzgârları da böyledir. Hissettim miydi nevrim dönüverir. Anında da fark ederim.
Üstelik lodos zamanı balık yenmez. Isınan sular taam ve lezzetin canına okur.
Tabii bunu da yine İstanbul çocukları bilir ki, âlâ torik lakerdasıyla yalancı palamut lakerdasını bile ayırt etmekten âciz olanlara söyleyecek sözüm yok!
HAYIR hayır, lakerdasına yalancı dedim diye palamudu küçümsediğim sanılmasın!
Hâşâ! Böyle yakıştırmayı hakaret addederim.
O mukaddes “derya kuzusu” ki; fi tarihinin filikalarında çifti elli kuruşa “fukara bifteği” diye satılan o emsalsiz “pelamys sarda” ki; öz be bizim şehir sularımıza ait olduğu için de Bizans paralarına tasviri bile işlenmiş o bereket “palamide”se ki, halen tam bolluk mevsimi olmasına rağmen Karaköy balık pazarında dahi tanesi 12–15 papelden aşağı inmedi.
Kuru vonosun tavası geçti, canım balık şimdi iyicene palazlandığı için ızgara veya pilâki vaktidir ama, mübarek artık hiç bulunmaz orkinos veya kalkan fiyatıyla yarışıyor.
Eh, barbar reisler bütün dünyada yalnız dev okyanuslar için kızağa konulan heyula tekneleriyle iki küçücük içdenizimizi arsızca, vahşice ve haince yağmalamadılar mı?
İŞTE buyrun bakalım, şimdi palamudun kokusunu bile rüyada teneffüs edebiliyoruz.
Marmara’yı zaten, Boğaz’ı tamamen, Karadeniz’i de haydi haydi kuruttular. Bitirdiler.
Nitekim de bu konuda ekolojistlerin en yobazını bile can-ı gönülden destekliyorum.
Şahitsiniz, şu “havadan ve sudan yazı”da o havaların Aralık başında “sucuk yazı” sürdürmesinden yakınmadım ama, o suların “palamut yazı”nı gaspedenlerden davacıyım.
Adaletin tecellisi de burnu sipsivri kılıç balıklarından müteşekkil bir mahkemede arayacağım ki, eminim bununla ne imâ ettiğimi anlamışsınızdır.
Paylaş