Paylaş
3. Napolyon Fransa’sı yukarıdaki mücadeleyi sahiplendi. Prusya ise tarafsız kaldı.
Oysa Marx’la birlikte komünizmin “kurucu babası” olan Engels 1859 yılında “Po ve Ren” başlığıyla kaleme aldığı risalede Berlin’in Viyana’ya desteklemesini talep ediyordu.
Ahlâki ve vicdani değerlere aldırmamayı vaaz ederek de harfiyen şöyle yazmıştı:
“Bunun ilâhi adalet ve milli irade ilkesiyle bağdaşmaması bize dert değil. Postu koruyoruz. Hele Almanya bir birleşsin, şu İtalyan didişmesinin de icabına bakılır”.
Buyurun cenaze namazına ve de bilhassa işte buyurun Marksist “namusa” (!)!
ÖYLE ve zaten sırf en eskiye çıktığı için bu örneği seçtim. Emsalleri uzatabilirim.
Düşünün ki Karl Marx ve yoldaşı Viyana için militarist Prusya’dan destek istiyor.
Oysa Avusturya–Macaristan tahtı o dönem “milletler hapishanesi” diye anılmaktadır.
Fakat iki sakallıya ne gam! Zira nispeten ılımlı 3. Napolyon “baş düşman”mış.
Almanya’nın Berlin etrafında birleşmesi ise devrimin “hızlanması” için ön koşulmuş.
Eh, söz konusu “devrim”in nasıl “hızlandığını” gördük ki Allah sahibine bağışlasın!
Fakat buradaki en vahimi noktayı “kurucu babalar”ın gayr-ı ahlakiliği oluşturuyor.
EVET evet, Marx da, Engels de tıpkı onların amentüsüne iman etmiş komünistler ve komünist rejimler gibi daha ilk andan itibaren “a-h-l-â-k-s-ı-z” davrandılar.
Devlet “realpolitik”iyle davrandıkları içindir ki işte her iki “kurucu baba” da İtalyan mağdurları gelecek ayın çarşambasına havale ediyorlar. “Didişme” diye de küçümsüyorlar.
Eh, onlar böyle yaptıktan sonra Stalin Yoldaş Hitler’le pakt imzalayıp Polonya’yı paylaşmış; Fransız Komünist Partisi Nazi işgali altında faaliyet göstermek için cevaz istemiş veya Mao “Üç Dünya Teorisi” adına SSCB’ye karşı ABD’yi desteklemiş, çok mu?
Hayır değil ve tüm bu çömez davranışları Marx ve Engels’i izlemek anlamına geliyor.
Artı, dün “halk savaşı”ndan dem vuran ve “işgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet” diyen bizim Maocularımızın da bugün nasıl neo-Nazi kimlik edinebildiğini açıklamaya yetiyor.
O halde şunun altını tekrar ve tekrar çizelim:
“Kurucu babalar”dan başlayıp Lenin, Stalin, Mao, Castro vs. istasyonlarından geçmiş komünizmin daima ahlaksızlık, daima riyakârlık ve daima vicdansızlıkla bütünleşmesi “amaç aracı mubah kılar” ilkesinden kaynaklanmıştır ve kaynaklanmaktadır ki, nokta!
OYSA hiçbir amaç yukarıdaki anti-sıfatlarla bütünleşen hiçbir aracı mubah kılmaz!
Ama Marksistlerde kılıyor, zira “ilerleyen” tarih mavalı onlarda dini imana dönüşüyor
Bunu hızlandırmak için de soyut bir “asil hedef” adına en adi yöntemlere sarılıyorlar.
Sovyet Rusya’yı veya Kızıl Çin’i sanayileştirebilmek için on milyonlarca yurttaşı katletmekte beis görmüyorlar. Veya yine bizimkiler gibi Esat Suriye’sine 5. Kol kesiliyorlar.
Nitekim dikkat edin, üst paragrafta karşıtlarını saydığım insani erdemlere ek olarak, yine insanın fıtratında mevcut olan “merhamet” sözcüğü de komünist lügatte yer almaz.
Çünkü onlar o “asil hedef”lerinin “kolektif kurtuluş” olduğunu söyleyerek her birey, her olay, her gelişme karşısında teker teker düşünmeyi ve hissetmeyi zül ve suç sayarlar.
Zaten komünistlerde “hümanizma” dediğimiz insaniyetçiğin de zerresi olmadığı içindir ki Marx ve Engels’in takipçileri de aynı habis ve yalan hedef uğruna kendi siyaset pratiklerinde ahlaksız, vicdansız ve riyakâr davranmayı “normal” (!) karşılarlar.
Aslında asla normal değil sonsuz a-n-o-r-m-a-l bir şey olan Marksisto-komünizmin hâlâ mümkün olup olamayacağı sorusunu cevaplamaya gelecek hafta da devam edeceğim.
Paylaş