DENİLİYOR ki, Türkiye gündemi sonsuz hızlı biçimde değişiyor. Ele avuca sığmıyor.
Ülke kamuoyu bir konudan diğerine ve bir olaydan ötekine inanılmaz süratle geçiyor.
Nitekim de gazetelerin manşetleri, televizyonların “headline”ları veya radyoların bültenleri gün be gün, saat be saat, hatta dakika be dakika yenilenmiyor mu? Evet, ilk bakışta öyle! * * * ÖYLE ve nitekim daha dün Yüksek Yargı’nın tarafgirliği meselesine odaklanmıştık. Bugün “Balyozcu” generallerin gözaltına alınması “sürpriziyle” (!) yatıp kalkıyoruz. Çok muhtemelen de yarın başka bir noktaya kilitleneceğiz. Bir - iki ay geriye gittiğimiz takdirde ise bunlara bin bir madde daha ekleyebiliriz. Dolayısıyla, yukarıdaki manzara gündemin hiç aralıksız değiştiği izlenimini yaratıyor. Artı, böylesine yoğun bir hız ve böylesine geniş bir yelpaze, sorunların hiçbirinde çözüme ulaşılmadan konuların yüzeysel biçimde geçiştirildiği fikrini de güçlendiriyor. Peki, durum gerçekten de böyle mi? Hayır değil ve zaten de onun içindir ki birinci paragrafı “ilk bakışta” diye noktaladım. * * * DEĞİL, zira yukarıdaki “hızlı gündem çeşitliliği” yanıltıcıdır. Zahiri bir saptamadır. Yanılgı da optik hatadan kaynaklanmaktadır. Dürbün iyi ayarlanmadığından, ormanın bütünlüğünü görmek yerine bakış açısını ağacın tekilliğiyle sınırlamak hatasını içermektedir. Çünkü Türkiye’nin t-e-k ve y-e-g-a-n-e bir gündemi vardır! * * * EVET t-e-k ve y-e-g-a-n-e bir gündemi vardır ve o da şudur: Çivisinin çıkmasına rağmen henüz yıkılmamış olan ve buna direnen eski statükoyla, harcının yoğrulmasına rağmen henüz inşa edilmemiş olan yeni statüko arasındaki çelişkidir! İşte ülkemizin bütün gündemi budur! Gerisi dış kapının mandalından sonra gelir. Ana matris de, esas eksen de, “dokuz sütuna manşet” de yukarıdaki çelişkidir. Zira o manşetleri her gün ve büyük süratle yenileyen aktüel olaylar ve gelişmeler, aslında daima aynı rahimden, daima aynı nehirden ve daima aynı akıntıdan çıkan farklı doğumların, farklı deltaların, farklı anaforların görünür tezahüründen başka bir şey değildir. Nitekim o çok değişken ve o çok hızlı gündem maddelerine kısmi bir mesafeyle bakın. İstisnasız hepsinin ama hepsinin, sözünü ettiğim “statüko değişimi çelişkisi”yle içiçelik taşıdığını ve onunla eklemleştiğini görmemek için kör olmak gerekir. * * * ÖTE yandan bir de şu var ki eski statükonun henüz yıkılmadığı, yenisinin ise henüz kurulmadığı bir süreç ister istemez “geçiş dönemi”ne tekabül eder. Ortalık çalkantılıdır. Dolayısıyla da yine ister istemez, böylesine geçiş dönemlerinde “tarih hızlanır”. Göreceli istikrar devirlerinde evrimsel bir kavis izleyen o tarih temposunu yükseltir. Çünkü her iki tarafın da aktörleri konum güçlendirecek hamleleri peş peşe sıralarlar. Bu yüzden de olayların akışı, yani aslında hep aynı çelişkinin ekseninde dönen ve “aktüalite” dediğimiz o gündelik gelişmeler yoğunluk, değişkenlik ve süratlilik kazanır. Gazeteler gece vakti manşet değiştirirler. Televizyonlar flaş canlı yayına bağlanırlar. Okuyucu, seyirci, dinleyici de gündemin sonsuz hızlı dönüştüğü zehabına kapılır. Oysa aslında, bugün Türkiye’de olduğu gibi gündemin özü ve esası daima aynıdır. Yani nasıl ki senfonik müzikteki farklı varyasyonlar hep ana tematik etrafında değişir ve bütünle eklemleşirler, ülkemizdeki “farklı gündem” de işte o “ana tema”nın varyantıdır. Ve soru eski orkestranın hala “requiem” matem marşını mı, yoksa yeni orkestranın “allegro” neşeli besteyi mi bir icra edeceği meselesidir ki, işte yegâne gündemimiz budur!