Paylaş
Eh, ressamımız hem daha önceleri kalem oynattığı “Kürt bakkala gitme” ve “ordu göreve” manşetli provokasyon dergisine, hem de “Ergenekoncu Maocular”ın “Karanlık” varakparesine “küstüğü” (!) için artık “ulusalcı/neo-ittihatçı” kesime “muhkim kale” (!) “Cumhuriyet” gazetesiyle yetiniyor ya, kısaltarak aktarıyorum, işte orada şöyle yazıyordu:
“Hedefleri militarizm olsaydı, askerler geldikleri gün nasıl gidecekleri planını yapmazlardı. İsteseler, anayasa yazarken, Arap ve Latin tipi militarist rejim kurarlardı.
Dolayısıyla onlara her şeyi söyleyebilirsiniz, ama ‘militarist’ diyemezsiniz.
Çünkü bunu yaparsanız, gülünç duruma düşersiniz.”
* * *
BREH, breh, breh, gördünüz mü yüksek düzey bir “siyasetbilimcil” ordu tahlilini?
Fakat Baykam için eyvah ki eyvah, o siyasetbilim lûgatinin evrensel tanımları, körler diyarında şaşı sultan misali, “neo-dışavurumcu resmin öncüsü” takdimlerine benzemiyor.
Aşağıdaki tablodan sonra kimin “gülünç duruma düşeceği” de çok su götürüyor.
Çünkü evet, TSK’nın 1960 darbesinden sonra kâh açıkça, kâh da üstü kapalı biçimde dayatmak istediği tercih adıyla ve sanıyla m-i-l-i-t-a-r-i-z-m’in tâ kendisidir ki, nokta!
* * *
ÖYLEDİR, zira “militarizm”, tanımı bilmeyen veya kasten çarpıtan Bedri Baykam’ın kastettiği gibi, askerlerin doğrudan iktidar olduğu bir yönetim şekli değildir.
Böyle bir sisteme “militer diktatorya” denir ki, ibadullah örneklerini zaten biliyoruz.
Oysa “militarizm” çok daha alengirli, çok daha grift, çok daha “sisli” bir tarzdır.
Apoletliler burada açıkça hükümet oluşturmazlar. Denetimi arka plandan sürdürürler.
Gündelik hercümerce boğulmadan kilit mevkileri tutar ve hem stratejik adettikleri her konuda irade empoze eder; hem de “kendi işleri”ne (!) burun sokulmasına izin vermezler.
Artı, tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi, bunu legalleştiren yapılanmayı da inşa ederler.
Duruma göre, devlet lideriyle, bürokratik elitle, idari oligarşiyle, hatta siyaset sınıfının bir kesimiyle eklemleşen ve kendilerini dokunulmaz kılan bir mekanizmayı kızağa koyarlar.
* * *
NİTEKİM, sorarım size, “militarizm” denildiği an aklınıza ilkin hangi ülkeler gelir?
Tabii ki Prusya ve Japonya! Zaten deyim dahi Berlin ve Tokyo’yla özdeşleşmiştir.
Ama bu başkentlerde, ikincisindeki Tojo dönemi belki bir nebze hariç ki, İmparator ve sivil hükümet yine kalmışlardır, hiçbir zaman açık askeri iktidarlar iş başına gelmemiştir.
Baykam’ın Ortadoğu ve Latin örneklerindeki “militer diktatorya”lardan olmamıştır.
Oysa, o Prusya ve o Japonya daima “militarizm”in ağa babaları olarak anılmışlardır.
Çünkü, meclis ve kabine dursa bile, general Moltke’nin bütçe dayatmasından, amiral Tirpitz’in zırhlı yarışına; sivil iradeye rağmen mareşal Ludendorff’un cenge devam kararına, tâa 1. Frederik’ten 2. Wilhem’e dek, Berlin’deki “esas boru”yu hep askerler öttürmüştür.
Ve bütün bunlar, siyasi partilerin de faal olduğu anayasal bir çerçede gerçekleşmiştir.
Aynı şey yirmili yıllardan itibaren
“Japon militarizmi” için de geçerlilik taşımıştır.
Elmalarla armutları karıştırmayalım, “militarizm” açık bir askeri diktatörlük değildir.
Apoletlerin geri planda pırıldadığı ve pırıldatıldığı bir otoritarizmdir ki, yine nokta!
* * *
İMDİİ, hani Baykam’a göre “militarizm” Arap ve Latin modellerle özdeşleşiyordu?
Hani, sanki sonraki zemini oluşturmamış gibi, dört darbeden sonra da za-hi-ri iktidarı hep devrettiği için TSK’ya “militarist” demek “gülünç duruma düşmek” anlamına gelirdi?
Eh, militarizmin yukarıdaki evrensel tarif ve örnekleriyle, ülkemize 1960 darbesinden sonra damga vuran rejim arasındaki benzerlikleri kıyaslayın ve kim “gülünç”, siz karar verin.
Paylaş