BrükselÖNCEKİ akşam Cumhurbaşkanı uçağına kurulduk ve sözümona Ankara’dan Brüksel’e uçuyoruz ama, cismimiz burada, aklımız orada, aslında hálá Irak semalarında geziniyoruz.
Şöyle ki, devlet başkanı seviyesinde AB’ye ilk kez yapılan ve de üstelik yeni "Ulusal Program"la pekiştirilmiş olan bu çok önemli ziyaret, biz gazeteci milletinin ne umurunda!
Hepimiz tek bir "fikr-i sabit"e kilitlenmiş durumdayız. Tek bir "scoop" arıyoruz.
Yani, Abdullah Gül bir gün önceki Irak seyahati sırasında şu "Kürdistan" láfını telaffuz etti mi? Yoksa etmedi mi? Yoksa sürç-ü lisán mı eyledi?
Punduna getirdiğimiz an, peşi peşine soruları patlatacağız.
***
NİTEKİM,Avusturya’dan Almanya hava sahasına girmiştik ki, dervişin fikri neyse zikri de odur hesabı, Cumhurbaşkanı’nın bizleri çağırdığı an, derhal o "saded" soruya geldik.
Ve de hava aldık!
Çankaya liderinin cevabı, "Çok önemli ve stratejik nitelikli bir Brüksel seyahatine giderken şimdi burada bambaşka şeylere değinmek, dolayısıyla da Türkiye’nin temel eksenini belirleyen ana konunun dağılmasını temenni etmiyorum" oldu.
Doğru söze ne denir?
***
EVET doğru, zira eğer "dedimdi, demedimdi" tartışmasını burada yineleyecek olsa, zerre şüphe yok, kendisinin ısrarla o "stratejik" kelimesini tekrarlayarak vurguladığı AB’yle bütünleşme atılımı "hasır altı"na gidecek. Ara ki bulasın, bilmem kaçıncı plana düşecek.
Oysa Gül, tıpkı dışişleri bakanlığını yürüttüğü dönemdeki gibi, hatta muhtemelen daha da fazlasıyla, ülkemizin Avrupa’yla "kader birliği" yaşamasını can-ı gönülden arzuluyor.
Nitekim, belki sormak isteyip de soramadığımız soruların yanıtını genel bir "şeffaflaşma" deyimiyle çağrıştırarak, dönüp dolaşıp sözü, "AB standardını yükselttiğimiz takdirde zaten her şey tedricen ve otomatikman normalleşecektir" diye bağlıyor.
Bu süreci "yatay değişim kültürü" diye tanımlanabilecek "soft power" deyimiyle adlandırdıktan sonra da, örnek olarak, TRT’nin Kürtçe yayınına geçmesinden Ankara’nın Kyoto Çevre Antlaşması’nı imzalamasına uzanan ve son "Ulusal Program" ertesinde gerçekleşen, daha önce hayal dahi edilemeyecek bir dizi "ilerleme"yi sıralıyor.
Zaten tam bu sırada araya giren ve Nazım Hikmet’e vatandaşlık hakkının iadesini de listeye ekleyen AB İşlerinden Sorumlu Bakan Egemen Bağış, "Nice şair başbakanlar gelip geçti ama,onların yapamadığını biz yaptık" diyerek, bir anlamda taşı gediğine oturtuyor.
***
SONRA, Cumhurbaşkanı AB’yi genel "stratejik vizyon" çerçevesinde algıladığını, gerçekten çok önemli olan bu ziyaret sırasında diğer somut bir yaklaşımıyla da ortaya koydu.
Gerek Brüksel Komisyonu Başkanı Barroso’yla dün gerçekleştirdiği ikili temasta, gerekse diğer hitabetlerinde, daima "çifte güvenilirlik" temasını işledi.
Çok doğal olarak, ilk "güven"i o AB’den ülkemize karşı bekliyor. Küçük hesap peşinde koşmamasınıve geçen yıl 1 milyar dolar dış yardım yapmış bir Ankara’nın geniş coğrafi etkinliğini iyicene bilerek, böyle bir Ankara’ya güvenmesini talep ediyor.
İkincisini ise "dünyaya yüksek bir standart kazandırdığını"nı söylediği aynı AB’den bizzat kendisine karşı bekliyor. Yani, mayasında zaten böylesinde olumlu bir hamur olan aynı Avrupa’nın "Türkiye’yle birlikte büyük düşünmeye güvenmesini" istiyor.
Şüphe yok, Gül, ülkemizin tüm siyaset sınıfıarasında, hem "uzun ince yol"u en ciddiye alan, hem de nihayetindeki hedefi en çok amaçlayan lider sıfatını taşıyor.
Ve aslında, son "Bağdat seferi" de dahil, mekik dokuduğu diğer bütün menzilleri, o "stratejik uzun ince yol"u tamamlayan ve ona çıkan táli patikalar olarak katediyor.