"PARİS’e ilk gittiğimde, bulvarlar üzerindeki mağaza tabelalarında ’K’, ’W’, "Z’ gibi gudubet harflerle başlayan isimleri görünce çok sarsıldım. Haniyse, yaralandım."
Yukarıdaki pasajı, 1868’de doğup 1952’de ölen ve hem Annunzio ve Mussolini’den bile önceki faşist teorisyen olan, hem de ırkçı Fransız milliyetçiliğinin babası sayılan CharlesMaurras’ın ünlü "Flore" kahvesine atfen yayınladığı otobiyografiden tercüme ettim.
***
HEMEN belirteyim ki, Latin kaynaklı dilin etno - lingustikgelişim süreci itibariyle, Voltaire lisanındaki özel isimler yukarıdaki "gudubet harfler"le (!) başlamazlar.
Yani, "Action Française" liderini "yaralayan" (!) o adlar Musevi esnafa aittir.
Zaten, azılı Yahudi düşmanı olan ve yıldızı ilk kez meşhur Dreyfus davasındaki "anti-semit" saldırganlığıyla parlayan akademisyen, ecdáddan ve eşraftan taşra kökenlidir.
Başka bir deyişle, 2. Savaş nihayetinde Nazi işbirlikçiliğinden de hüküm giyecek olan Maurras ruhi ortamı, aile yapısı ve yetişme tarzı itibariyle "derin Fransa"nın tá kendisidir.
Öyle ki, kendisi agnostik inanca sahip olmasına rağmen, sırf bu "derin Fransızlık"la bütünleştirdiği için, en mutassıp Katolikliği ve Kilise’yi dahi can-ı gönülden sahiplenmiştir.
İşin özeti, ırkçı aşırı sağın ilk teorisyeni tüm hayatını "öteki" düşmanlığına adamıştır.
***
PEKİ, Charles Maurras’ın Marsilya’ya bitişik memleketi olan Akdenizli Martigues kasabasıyla, Porsuk çayının geçtiği Anadolulu bir Eskişehir arasında bir ilinti kurulabilir mi?
Yahut, masalarında aşırı sağı buluşturan Parisli "Flore" kahvesiyle, parke taşlarında hiddetli kalabalık toparlayan İstanbullu Beyazıt Meydanı arasında bir bağ olabilir mi?
Evet, böyle bir ilinti kurulabilir ve böyle bir bağ olabilir!
***
ŞÖYLE ki, Eskişehir’deki Osmangazi derneğinin İsrail saldırısından yola çıkarak "Yahudiler ve Ermeniler giremez! Köpekler girebilir" sözlerini ihtiva eden rezil tabelayı asmasıyla, Fransız ırkçının Paris bulvarlarındaki "gudubet harfler" (!) karşısında "yaralanması" (!), hiç şüphesiz, aslında aynı "öteki" düşmanlığıyla bütünleşiyor.
Artı, Cuma namazı çıkışı o İsrail’i gamalıhaçla protesto eden Beyazıt cemaatinin "Hitlerhaklıymış, Yahudi insan olamaz!" gibi korkunç bir pankart açmasıyla, Maurras ve yandaşlarının 2. Savaş’ta Nazilerle işbirliği yapması, yine aynı nefret içgüdüsünde buluşuyor.
Zaten, imkán olsa da sosyal kökenlerini enine boyuna araştırabilsek.
Çünkü eminim ki, kozmopolit kültüre sonsuz yabancı bir taşralılık yansıtan bu "nefret tacirleri", tıpkı "Action Française" liderinin "derin Fransızlığı" ve "derin Katoliklikliği" gibi, kendilerini "derin Türklük" ve "derin Müslümanlık"la bütünleştiriyorlardır.
Nitekim, meselenin özü buraya odaklanıyor.
***
BURAYA odaklanıyor, zira ister Paris’teki "derin Fransız" ve genç Maurras’ı alın; isterseniz de Yahudileri ilk kez Viyana’da keşfeden toy ve yine taşralı Hitler’e uzanın, evrensel kozmopolitizme yabancı olmak, "öteki" düşmanlığının kökeninde hayati yer tutar.
Çünkü, açı darlığı, renk griliği ve önyargı dokunulmazlığı o "öteki"ni meçhul kılar.
Meçhul olan her şey de korku salar. Harfleri "gudubet" sayar. Onlarla "yaralanır".
Buradan başlayan "sıradan ırkçılık" da aynı korkunun nefrete dönüşmesiyle birlikte, gamalı haç çizmek ve "köpekler girebilir, Yahudiler giremez" yazmak cinnetine ulaşır.
Evet evet, küçük Hitler’ler, küçük Maurras’lar, küçük binLadin’ler "öteki"ni bilmemek; bilmediği için korkmak; korktuğu için de nefret etmek güdüsüyle doğar ve yaşarlar
Ve, bu lánetli, bu ölümcül, bu bulaşıcı hastalığı tedavi etmenin tek bir yöntemi vardır:
Hiçbir harfin "gudubet" olmadığını ve hiçbir harfin "yaralamadığını" öğrenmek!