Paylaş
Artı, militarist ideolojinin TSK üzerindeki yoğun etkisini de tekrar ele vermektedir.
* * *
ÖYLE, çünkü aşikâr ki, haniyse yarım yüzyıldır, yani 1960 darbesinden bu yana fiili bir dokunulmazlıkla donatılmış olan Silahlı Kuvvetler yeni durumdan rahatsızlık duyuyor.
Zira, mahallede Ku-Klux-Klan fişlemesi; kışlada “lâhika” tutanağı; “Ergenekon”da muvazzaf ve emekli tevkifatı; eğitimde “cezai” bomba pimi falan derken, bunların artık açıkça ortaya çıkmasıyla birlikte, ordu, eski “tabu imaj”ının erozyona uğradığını farkediyor.
Dolayısıyla, “PR” denilen türden bir halkla ilişkiler kampanyasına ihtiyaç hissediyor.
Zaten, kışlaya yeni yazılan “üzerimize kılıç çekilmedikçe, vatanımıza girilmedikçe, milletimiz cefa çekmedikçe, bizden kimseye zarar gelmez” şiarı da aynı ihtiyacı yansıtıyor.
Tabii burada, o sayısı dahi unutulmuş darbe, müdahale ve muhtıralar öncesinde kimin orduya kılıç çektiği; düşmanın nerede vatana girdiği; milletin nasıl cefa çektiği sorularını da sormamız gerekir ama, ben bugün esas sloganı oluşturan “güçlü ordu, güçlü ülke” cümlesi üzerinde duracağımdan, yukarıdaki meşru sorularımıza somut yanıt aramayacağım.
* * *
EN önce, böyle bir slogan tümüyle “arabayı atın önüne koşmak” anlamına geliyor.
Çünkü hayır, bin defa hayır, bir ülkeyi “güçlü” kılan şey onun ordusu değildir!
Tam aksine, yüzseksen derece zıddına, orduları güçlü kılan şey - o da eğer jeo-stratejik nedenlerden dolayı gerekiyorsa ki, bu şık Türkiye için geçerlidir -, bizzat “güçlü ülke”dir!
İkincisi asla birincinin önüne geçmez ve geçemez. Bağlayıcılık taşıyamaz.
Taşıdığı takdirde ise ya hiç kıymet-i harbiye ifade etmez; ya da aşağıda değineceğim gibi militarist bir rejimin, en azından militarist bir akımın hükümranlığına tekabül eder.
* * *
ÖYLE, çünkü herhangi bir devlet, onun ordusu “güçlü”dür diye güçlü olmaz!
Böyle bir “güçlülük” kavramının içi boş ve cüssesi koftur. Kaba kuvvete tekabül eder.
Örneğin, müteveffa SSCB de dünyanın ya birinci, ya ikinci ordusuna sahip addedilirdi.
Oysa, işte zaten o orduya odaklandığı içindir ki, iskambilden bir şato gibi devriliverdi.
Kezâ, Saddam’ın “dillere destan” tümenlerine rağmen Irak’ın encâmı ortadadır.
Veya, atom bombası da üreten bir Pakistan yahut bir Kuzey Kore “güçlü” (!) müdür?
Buna karşılık, İskandinav ülkelerinin; veya ne bileyim ben, Kanada’nın, İsviçre’nin, Avusturya’nın; hatta o Kuzey Kore belâsından ötürü son dönemde metazori kuvvetlendirene dek Japonya’nın silahlı kuvvetleri diş kovuğuna kaçmayacak ölçüde “güçsüz” (!) sayılırlar.
Halbuki, söz konusu devletler iktisadi, sosyal ve siyasi alanda sonsuz güç-lü-dür-ler!
Dolayısıyla, “güçlü ordu, güçlü Türkiye” şiarı yanlıştır ve de illâ bu dört kelimede ısrar edilecekse, hiç olmassa “güçlü Türkiye, güçlü ordu” diye düzeltmek gerekmektedir.
* * *
ÖTE yandan, orduyu böylesine birinci planda formülleştiren bir slogan, militarist eğilimlerin TSK bilinçaltında ne denli yerleşiklik kazanmış olduğunu da ortaya koyuyor.
Çünkü, Mao’nun Kızıl Ordu’ya “tetiği siyaset çeker” talimatı vermesinden, Hitler’in Prusyalı generalleri ha bre haşlamasına, en totaliterleri ve en otoriterleri dahil, o militarizm dışındaki bütün ideolojiler ve bütün rejimler, silahlı kuvvetlere asla öncelik hakkı tanımazlar.
Sivil ve evrensel demokrasiler ise asla ve asla tanımazlar.
Fakat amennâ, demokrasiler, hele hele Türkiye gibi netâmeli coğrafya demokrasileri de tabii ki güçlü orduya ihtiyaç duyarlar ama, ancak ve ancak şu sloganın önceliği altında:
“Güçlü ülke, güçlü demokrasi, güçlü ordu”!
Paylaş