Gönül’lü itiraf

CENGİZ Çandar’ın dün Vecdi Gönül’ün sözlerini yorumlarken yazdığı gibi, evet "doğruya doğru", çünkü Milli Savunma Bakanı gerçeği dile getirdi.

Brüksel’de; hani şu aidiyetini istediğimiz "Batılı değerler" kurumunun başkentinde "Ege’de Rumlar, Türkiye’nin pek çok yerinde de Ermeniler yaşasaydı aynı milli devlet olabilir miydik" derken, "hakikati" ifade etti.

***

HAYIR, aslında ifade etmedi, o "doğru"yu i-t-i-r-a-f etti!

Üstelik de öylesine bir i-t-i-r-a-f ki, muhtemelen Cumhuriyet tarihinden ilk defa bir "resmi ağız" tarafından böylesine açık açık ve böylesine dobra dobra dile getirilmiş oldu.

Bu samimiyetinden dolayı kendisini "tebrik ediyorum" (!).

***

ANCAK tabii, "itiraf" var, itiraf var!

Birincisini, herhangi bir yanlışı kabullenmek, hatayı anlamak, özeleştiri yapmak, nedámet getirmek, günah çıkartmak, dolayısıyla da özür dilemek anlamlarında kullanıyoruz.

Bu tür "itiraf"ta, kısmen de olsa o yanlışı düzeltmek azmi ve iradeciliği mevcuttur.

İkincisinde ise hiçbiri yoktur. Aksine, meydan okuma, kafa tutma, rest çekme vardır.

Şöyle ki, mazide kalmış bir olay, bir eylem, bir fikir bugün genel kabul gören şekliyle yine "yanlış" addediliyor olsa bile, "itirafçı" onun "doğruluğundan" hálá şüphe duymaz.

Ama bunu açıklamanın yaratacağı tepki nedeniyle de uzun süre susar. Ketum kalır.

Ve ne zaman ki "ortalığın yatıştığına"; en azından o tepkinin artık kendisine fazla zarar vermeyeceğine kanaat getirir, baklayı ağzından çıkartmaktan çekinmez.

İşte, Vecdi Gönül’ün "doğru"su ve "hakikat"i, yani "itiraf"ı bu kategoriye giriyor.

***

EVET buraya giriyor, çünkü Milli Savunma Bakanı sorusunu "Rumlar ve Ermeniler kalsaydı aynı ulus devlet olabilir miydik" diye formüle ederken, zaten yanıtı vermiş oluyor.

1915 Tehcir’ini ve 1922 Mübadele’sini kabullenerek nesnel "doğru"yu ifade etmekle yetinmiyor, aynı zamanda bunların öznel açıdan da "doğru" ve "iyi" olduğunu vurguluyor.

Başka bir deyişle, "itiraf"ıyla meydan okuyor, kafa tutuyor ve rest çekiyor.

Ve aslına bakarsanız, bunu "resmileştirmek", üstelik Brüksel’de "resmileştirmek" gibi inanılmaz bir pot hariç tutulursa, Gönül’ün bu "itiraf"ında yadırganacak bir şey yok!

***

YOK, çünkü en azından "İslami hassasiyetten" diye tanımlayacağımız Bakan son tahlilde, Cumhuriyet’in İttihatçılardan, İttihatçıların ise 2. Abdülhamid’den devraldığı "Anadolu’nun Müslümanlaştırılması" projesinin hem avukatıdır, hem de uzantısıdır!

Bunların dördü arasında kısmi fark ve çelişkiler olsa dahi, projenin kızağa konulması, hayata geçirilmesi ve "onaylanması" konusunda genel bir konsensüs mevcuttur.

Çünkü, İmparatorluğun "millet" tanımıyla tamamen uyuşur biçimde, modernleşme ve laikleşme aşamasında dahi "Türk" kavramı daima "din" eksenli olarak pratiğe yansımıştır.

Nitekim, ibadetini dahi Türkçe yapan ve muhtemelen de etnisitesi Türk fakat inancı Ortodoks olan Karamanlıların; ve Rumca konuşan ve yine muhtemelen Helen etnisiteden inen Müslüman Adalıların değiş tokuş edilmesinden tutun da, Varlık Vergisi’ne, 6-7 Eylül’e, 1964 Kararnamesi’ne dek, yakın tarihimizi "Türk, eşittir İslam" formülü belirlemiştir.

Eski İmparatorluk coğrafyasında etnik temizlik değil, karşılıklı olarak dini temizlik gerçekleşmiştir. "İláhi milliyetçilik"le "dünyevi milliyetçilik" özde daima uyuşmuşlardır.

Dolayısıyla, Brüksel’deki "Gönül’lü itiraf" bir malûmun ilánıdır ve sanıldığının aksine, kısmi nüanslara rağmen milliyetçilikler arasında uçurum olmadığını ispatlamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın son "şahlanışlar"ını da bu çerçevede okumak gerekmektedir.
Yazarın Tüm Yazıları