Gol

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Futbola hemen hiç rağbet etmeyen kendi anavatanında da aynı işi yaptı mı bilemiyorum ama, o pek meşhur Amerikan hamburgercisi var ya, ‘Mondial’in yüzü suyu hürmetine Avrupa'daki bütün şubelerinde yeni bir sandviç piyasaya sürdü.

Galiba iki köfte arasına fazladan birer dilim peynir ve domates ekliyor.

Gazetede çok cazibeli reklamına rastladım, el yakan fiyatlarına rağmen hani sırf ‘sinye’ rumuzu için hanımların baş tacı ettiği Fransız marokeneri firması var ya, o da yine aynı ‘Mondial’ şerefine top formunda bir çanta lanse etmiş.

Yüzükoyun yatmış endamlı bir dişi, sanki dripling ustası bir futbolcuymuş gibi, fileli siyah çoraplarının üzerine giydiği yüksek topuklu iskarpinleriyle çıkıntılı poposu arasında bu çantayı oynatıyor. Benim de kalbimi hoplatıyor.

Devam edebilir ve başta örnekler de sıralayabilirim.

Maçların geniş ekranda izlenebilmesi için ‘televizyon değiştirin ve golü kaçırmayın’ kampanyası yürüten elektronik markalarını; bunlar karşısında hop oturulup hop kalkılırken tıkınılacak aile boyu cips paketlerini; rakibe atılan golden sonra kana kana içilecek devasa bira kutularını veya okulların tatile girmesine ramak kalmışken birden kırtasiyeci camekanlarını dolduran ve üstünde Fransa'daki şampiyonanın amblemi bulunan öğrenci defterlerini sayabilirim.

Fakat bu kadarı yeter ve ben ‘Mondial’in kale arkasında çetele tutmuyorum.

* * *

ŞİMDİ soruyorum, bir Amerikan köftesinin veya bir bira tenekesinin İskoçya-Brezilya futbol karşılaşmasıyla ne tür bir ilintisi olabilir?

Usta çekilen bir şut ve arsız şapırdatılan bir patates kızartması hangi ortak paydada buluşabilir? Kelalâka bu unsurlar nasıl bütünleşebilir?

Olsa olsa ve o da şakayı ancak maçolukla karıştırdığımız takdirde, zoraki bir zihin egzersizi yaparak moda çantayla Kupa arasında çağrışım kurabiliriz.

Örneğin, miskin kocaların ekran karşısında cips atıştırarak ve arpa suyu yuvarlayarak hayatta ve yatakta karılarını tam bir ay boşlayacağı düşünülürse, aynı kocaları kafese koyup onlara bir ‘sinye’ makyaj kutusu bile aldırtamamış zevcelerin ‘Mondial’de işi sıkı tutarak bu alemet-i farika için dayatacağı, sadık ve melek eşlerini aşifte bir stad yosmasıyla aldatan efendilerin de suç diyetini ödemek için artık kesenin ağzını açmak zorunda kalacağı düşünülebilir.

Hele hele söz konusu efendiler şifası gayrı mümkün futbol hastaları olarak ve evin nafakasından keserek işi Fransa'da maç izlemek için dolmuş uçaklarda istiflenmeye kadar vardırıyorlarsa, bu takdirde hanımların değil top şeklinde ‘sinye’ çanta Paris havaalanında sergilenen şık valiz setinin tümünü istemek hakkı doğar ki, o zaman gazete reklamında topuklu iskarpiniyle çıkıntılı poposu arasında dripling yapan endamlı hatunun gerçek meziyeti anlaşılır.

Futbol imajlarının kitlesel tüketimiyle obje imajlarının yine bir o kadar kitlesel olan tüketimi arasında ancak böyle bir bağlantı kurulabilir.

* * *

TÜKETİM ! İşte anahtar kelime... İşte zurnayı zart ettirten sözcük...

Çünkü yaşadığımız postmodern zamanlar Barthes'inkinden biraz daha farklı postmodern efsaneler üretiyor. Ve biz müthiş bir hırsla bunları tüketiyoruz.

‘Mondial’li hamburger sandviçini oburlukla ısırıyoruz, top armalı cips pakedini şehvetle yırtıyoruz, kupa simgeli bira kutusunu galonla deviriyoruz.

Ama aslında köftenin, patatesin ve arpa suyunun lezzetini umursamıyoruz.

‘Mondial’ aracılığıyla yaratılan yeni mitosları tadıyor ve yutuyoruz.

Biz 1998 Dünya Kupası'nda futbol imajlarını değil bu futbol imajlarının bize sunulan yanılsamasında postmodern bir toplumunun objelerini tüketiyoruz.

Fakat şimdi şimdi hamburgere bir ısırık, işte biraya bir fırt, işte popoya bir şaplak ve işte gol !

Goool, goool, goool !..

Kime girdi ?













Yazarın Tüm Yazıları