TEKRAR üç pazar öncesine, yani tesadüfen yolda rastladığım büyük oğlumun, kulaklıklarıyla "i-Pod" dinlediği için beni ve etrafı hiç fark etmemesi olayına dönüyorum.
Bu aparat, ilk bakışta çok pratik ve çok cazibeli olduğu izlenimi yaratıyor.
Bilgisayararı aç, internete bağlan, müziği seç, hafızaya kaydet ve istediğin kadar dinle.
Müzik California’nın ultra modern stüdyolarında daha dün kaydedilmiş ve henüz piyasa çıkmamış bir hard rock parçası da; veya tam tersine, tenor Caruso’nun tá 20. yüzyıl başı Livurna’sında söylediği bir Puccini operasından gramofon kopyası da olabir.
Zamanda ve mekánda sınırsızsınız ki, nerede kaldı benim o eski "iláhem" Françoise Hardy’nin kıtıpiyos kırk beşlik plağını edinebilmek için çırpındığım "yokluk günleri"!
Bundan daha kolay ve dolayısıyla da, daha "mutlu" (!) bir şey düşünülebilir mi?
Konuya tekrar dönmek üzere, şimdi bir daldan başka bir dala atlayacağım.
*
DOKSANLI yılların ilk yarısında Praglı bir kadınla kısa bir "macera" (!) yaşamıştım ki, mesleği ressamlık-desinatörlük olan ve hemen bütün kalburüstü Orta Avrupalılar gibi hayata geniş bir entelektüel ufukla bakan bu eski "göz ağrısı" özetle şu saptamayı yapıyordu:
Doğru, sansürüydü, kontrolüydü, editörüydü falan, totaliter rejim tabii ki iflahımızı belliyordu. Ama, tüm bunlar aynı zamanda bizim için uyarıcı işlev görüyordu.
Tek bir sinema afişi veya tek bir kitap kapağı için aylarca çalışır ve tartışır; Batı’dan gelen yeni ekolleri nasıl ’çaktırmadan’ uyarlayabileceğimizi düşünürdük.
Oysa şimdi, hemen ’tüketilmesi’ için hemen ’üretiyoruz’. Mekanikleştik.
Estetik arayış heyecanlarından eser kalmadı ve ’özgür irademizle’ sıradanlaştık."
*
İŞTE, Çek kadınının yaptığı bu harikuláde "yabancılaşma sendromu" saptamasını daha da genişletebilir ve yukarıdaki "biletişim müziği" (!) gerçeğiyle de bütünleştirebiliriz.
Tamam ve ne álá, internet kopyası aracılığıyla istediğiniz tınıyı dinleyebiliyorsunuz.
Ancak, bu sonsuz kolaylık aynı zamanda sonsuz bir "beyin tembelliği"ni de getiriyor.
Pasif açıdan da olsa, yaratıcı duyarlılığı yine tırpanlıyor.
Çünkü bir; bir şeye uğraşsız biçimde ulaşabilmek o "ulaşma iradesi"ni budar.
İki; deyimi sevmiyorum ama kullanmak zorundayım, "kıymet bilmemezlik" getirir.
Fakat şu tartışılmaz gerçeği de kabullenmek gerekiyor ki, kırk yıl önce kırk beşlik bir plak için kurduğum hayaller ve onu edinebilmek için gösterdiğim çabalar, beni, bilgisayardan anında müzik kopyalayıp onu anında dinleyebilen oğluma veya bir başkasına oranla, diyelim ki, genel hayat trendi açısından daha bir "pişirdi".
Artı, onun zor edinilebilirliği, "Aman çizilip cızırdamasın, aman kapak eskimesin" refkleslerine uzantı olarak, yukarıdaki "kıymet bilirlik" ruhiyatını yarattı.
Ama yine de bütün bunları geçeyim ve "yaratıcılık tırpanlaması"nı sadece, geçen pazar sözünü ettiğim "mülkiyet" kavramıyla açıklayayım.
*
PLAK; ondan daha sonra icát edilen kaset; ondan da sonra ortaya çıkan CD yalnız müziğin işitilmesine imkán sağlayan "net" teknik içerikle sınırlı değildir! "Brüt"tür!
Yani bir kapağı veya kutusu vardır ki, duruma göre üzerlerinde káh icrácının fotoğrafı; káh o icrácıya veya o müziğe dair ayrıntılı bilgi; káh, örneğin eğer şarkıysa, onun güftesi; káh da sırf grafiği mevcuttur.
Ve, içerik şekille yekpáreleştiğinden, tüm bunlar bir "b-ü-t-ü-n" oluşturur!
*
NİTEKİM ben kendi hesabıma, örneğin Keith Jarrett’in "Bye Bye Blackbird" parçasını onun piyano klavyesi başındaki fotoğrafından veya Igor Stravinski’nin "Bahar Ayini" senfonisini yine kapak üzerindeki Malevitch deseninden; ya da, Leo Ferre’nin sesini Aragon’un "Niye korkuyorsun genç adam / Mukavele mukavele ihtiyarlayacaksın" diyen şiirinden soyutlayarak tahayyül edemem. Bunlar da zincirleme bir etki yapar.
Halbuki, Stravinski’nin o kapaklı plağını almasaydım belki Malevitch’in estetik teorilerini de okumak ihtiyacı hissetmeyecektim. Modernitenin bu boyutunu ıskalayacaktım.
Örnekleri çoğaltabiliriz, çünkü plakların, kasetlerin, CD’lerin somut ve maddi varlığı bilinçaltında bir "yaratıcılık"; daha doğrusu "yaratıcılığı kavramak" duygusunu üretir.
*
OYSA, "biletişim müziği" (!) işte buna imkán tanımıyor. İğdiş ve hadım ediyor.
Kalite itibariyle istediği kadar emsálsiz olsun, "i-Pod" veya benzer bir aparatın hafızasında ancak "s-a-n-a-l" anlamda mevcut "net" tınılarlayaratıcılık kavranabilir mi?
Aslında "mazruf" biraz baháne, "zarf"ın bir bütün olarak toparladığı "duyarlılıklar silsilesi" eksik kaldığı; yani insan, her biri ayrı ayrı çağrışımlar yapan ve ilelebet yapacak olan plakların, kasetlerin, CD’lerin "mülkiyet somutluğu"nu hissetmediği takdirde, bilişim teknolojisinin soğuk ve sığ "0, 1; 0, 1; 0, 1" formülleri "uyarıcı" işlev görebilir mi?
*
İŞTE buna inanmıyorum ve bütün sonsuz nimetlerine rağmen o bilişim teknolojisinin o insanı aynı zamanda sonsuz körelttiğine inanıyorum.
Ve, sanmıyorum ki canım ciğerim oğlum eğer "i-Pod" kulaklıklarından Leo Ferre şarkısı dinlerse, Louis Aragon’un "Niye korkuyorsun genç adam / Mukavele mukavele ihtiyarlayacaksın" şiirini düşünsün.
Ama belki de böylesi daha iyi, genç adam mukavele mukavele ihtiyarlamaktan korkmaz!