UYARILINCA fark ettim, cumartesi günkü yazım çok fazla üstü kapalı kaçmış.
Daha daha dobrası, ne demek istediğimi açıklamakta áciz kalmışım.
Aslına bakarsanız, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" yöntemini seçmiştim.
Ama baklayı öyle bir yuvarlamışım ki, kızımın dahi anlamasına imkán tanımamışım.
Çağrışımda ipin ucunu kaçırıp merámımı tam anlatamamış olduğum için özür dilerim.
* * *
KISACA hatırlatayım, o yazıda "erkán" kelimesinin ikili boyutunu işlemiştim.
İlkin, bu sözcükle adetler ve kurallar bütününün tanımlandığını söylemiştim.
Sonra da, deyimin aynı zamanda, en başta devlet bünyesindekiler olmak üzere, kurumsal üst düzey yöneticiler için kullanıldığını eklemiştim.
Nihayetinde de, yol yordam ve edep usûl bilmek anlamındaki o ilk "erkán"la,hiyerarşik manádaki "erkán"ın birbirlerini tamamlaması gerektiğini kaydetmiştim.
Yani, anlatamadığım için tabii ki kabahat bende, aslında şunu demek istemiştim:
Bürokratı, yargıcı, askeri, polisi, vs., her kim ki resmi "erkán"a mensuptur, o kişi söz konusu adetlere, kurallara ve yükümlülüklere herkesten çok uymak zorundadır.
Burada sağcılık - solculuk veya sofuluk - laiklik yoktur ve de olamaz!
Zaten, kızıma söyleyip gelinime anlatmak istediğim şey de tam buraya odaklanıyordu.
* * *
ÇÜNKÜ, ben ilk andan itibaren Yargıtay Başsavcısı’nın AKP hakkında açmış olduğu kapatma davasına şiddetle karşı çıktım. Çıkacağım da! İlkesel bir tutumu sahipleniyorum.
Bana göre, bu fütursuz girişim ne evrensel demokrasi ve hukuk kurallarının "erkán" kavramıyla bağdaşıyor, ne de "baş" olmuş bir savcının hiyerarşik "erkán" sıfatıyla uyuşuyor.
Oysa, zıt doğrultuda gözükse bile aynı tür "erkánsızlık" cuma günü yine tekrarlandı.
Tam ertesi günkü yazıma oturmuştum ki, "ulusalcı" kimlikleriyle ünlenmiş üç kişinin Ergenekon Çetesi soruşturmasıyla ilgili olarak sabah dörtte gözaltına alındıkları haberi geldi.
Buyrun işte, "erkán" deyiminin her iki anlamına da zıt diğer bir fütursuzluk daha!
Ve, eğer çifte standardım yoksa, nasıl ki Başsavcı’nın girişimine muhalefet ettim, ediyorum ve edeceğim, buradaki "erkán bilmezlik"e muhalefet etmekle yükümlüyüm.
* * *
OYSA, fikri planda yukarıdaki üç kişiden de günáhım kadar hazzetmediğim malûm!
Hiçbirini sütten çıkmış ak kaşık addetmediğimi; hele hele, her kılığa ve her kisveye bürünmüş olan bunlardan bir tanesinden her şeyi bekleyebileceğimi bu sütunda çok yazdım.
Olsun, ne değişir ki? Benim kişisel yorumlarım burada asla ve asla devreye giremez!
Çünkü, hiçbir şey şafak sökmeden gerçekleştirilen bir "baskın"ı haklı gösteremez.
"Çetecilik" şüphesi dahil, böyle bir "aculluk"a mazeret ve bahane bulunamaz.
* * *
KALDI ki, söz konusu şahıslardan biri seksenini aşmıştır ve de herhalde, zili makûl bir saatte çalındığı takdirde tebdil-i kıyafet giyinerek "illegaliteye geçmiş" olacak değildir!
Artı, tıpkı "erkán" bilmeyen Başsavcı’nın AKP’yi "mağdur" konuma itmesindeki gibi, yukarıdaki "zamansız zamanlama"yla burada da bir mağduriyet duygusu doğmuş oldu.
Şüphelerde doğruluk payı olduğunu varsaysak dahi, yukarıdaki "mağdur imajı"ndan sonra insanların "gerçekten öyle mi" sorusunu sorması artık duygusal meşruiyet kazandı.
Dolayısıyla da, biri hukuki, diğeri zapti iki "erkán"ın "erkán bilmezliği"; yani usûl ve kurallara en fazla uyması gereken kesimken onları es geçmesi, kutuplaşmaya tuz biber ekti.
Oysa, işte bu defa kızıma çağrışım yapmadan gelinime açık açık söylüyorum:
Türkiye’nin kutuplaşmaya değil, ister iktidar denetimli, ister statüko zaptiyeli olsun, "erkán"a riayet ederek çelişkileri mümkün mertebe yumuşatacak bir "erkán"a ihtiyacı var!