Paylaş
Genç piyanistimiz Fazıl Say, Kurt Masur yönetimindeki New York Filarmoni Orkestrası eşliğinde George Gershwin'in ‘Mavi Rapsodi’sini icra edecekmiş.
O New York Filarmoni ki, dünyanın en kalburüstü orkestralarından birisidir ve o Masur ki, günümüzün en ünlü şefleri arasındadır, son dönemde yedi düvelin konser salonlarında ‘bis’ üstüne ‘bis’le alkışlanan Say'la yoldaş olacaklarmış.
Kainatın başkentindeki müzik tutkunlarının keyfi bu yaz keka, ‘blues’ notalara bir Türk sihirbazın klavyeye vurduğu mavi tuşelerle uçacaklarmış.
* * *
MÜZİK kültüründe Ortadoğu ezgilerinin sentezine beşiklik eden bir Türkiye için garip çelişkidir ki, bizim 20. yüzyılın ikinci yarısında ve bireysel planda evrensel grado tutturduğumuz ve yine bireysel planda uluslararası sahneye çıktığımız yegane sanat dalı Batı musikisi oldu.
Leyla Gencer'den İdil Biret'e, İlhan Mimaroğlu'dan Arif Mardin'e, Ertegün biraderlerden Okay Temiz'e veya Kerem Görsev'den Fazıl Say'a klasik, caz ve elektronik müzik alanında uğraş veren bir dizi Türk tüm dünyada adını duyurdu.
New York, Milano, Paris, Brüksel bizim ülkemiz kökenli ustaları benimsedi.
Dede Efendi'nin ferahfeza makamı Mimaroğlu'nun avangard tınısına dönüştü.
‘Alaturka’ Türkler bir tek ‘alafranga’ notada evrensel zirveye tırmandı.
* * *
ÖNCE hemen şunun altını çizeyim ki yukarıdaki başarı mutlak ‘alaturkacı’ ve ‘Oryantalizm’ paranoyağı bazılarının iddia ettiği gibi Batı'nın ‘Şark’ta muteber' bir küçümsemeyle bu ustalarımıza iltimas geçmesinden kaynaklanmadı.
Herkesin birbirinin ayağını kaydırmaya çalıştığı ve iyinin en mükemmelinin istendiği o kurt müzik aleminde kim kime hediye veriyormuş ki ‘La Scala’nın sahnesi, New York Filarmoni'nin piyanosu ya da Montreux'nün podyumu bir Türk'e hibe edilecekmiş!.. Paşa gönlümüz olsun diye kulis bahşedilecekmiş!..
Oralara ulaşan insanlarımız bunu bileklerinin hakkıyla gerçekleştirdiler.
Nitekim de başta baget - süngü Beethoven empoze ederek ‘Cumhuriyet Devrimi vidası sıkmaya’ yeltenen ama vasatı asla aşamayan ‘çağdaşçı’ orkestra şefimiz, kötü müzik icra eden ve kolektifi aşamayan gıygıycılarımız hep nanay aldılar.
Onlar protokol rüşveti dışında asla uluslarası arenaya çıkamadılar.
Say ve O'na halef ustalarımız evrenseli yakaladıkları için şöhret oldular.
* * *
PEKİ madem hem alaturka makam kökenliyiz, hem de bize iltimas geçilmedi, o halde nasıl oluyor da alafranga muzikte böyle bireysel çıkışlar yapabildik ?
Her şeyden önce bunu Cumhuriyet Devrimi'ne borçluyuz !
Velev ki, Jakoben bir tarzda gerçekleşmiş dahi olsa çok sesli tınıların en azından şehirli elitler arasında kısmen yaygınlık kazanması ve bu elitlerin de hemen hepsi kendi sınıf aidiyetinden inen yukarıdaki küresel virtüozlarımızı üretebilmesi 1923 atılımının ivmesi sayesinde mümkün oldu.
Otuzlu yılların kültür ihtilali Batı müzik türünde Deniz Kızı Eftelya'nın kantolarından ‘Türk Beşleri’nin oratoryalarına geçebilmemizin kapısını açtı.
Ne var ki o ‘Türk Beşleri’ ‘çağdaşçıların’ efsaneleştirmeye çalıştığı gibi kalburüstü müzisyenler değildi. İyi fakat ortalamayı aşamayan bestecilerdi.
Ama aslını inkar eden namerttir ve yumurtadan çıkan tavuğun kabuğunu beğenmemesi gafletine düşmemek gerekir, biz bugünkü ustalarımızın varlığını da biraz onlara borçluyuz. Onların ‘ortalama’sı aracılığıyla mükemmele ulaştık.
Nasıl ki, ilk Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarına şimdi baktığımızda onların önemli bir bölümünü kötü bulsak dahi formasyonumuzu onlarla edindiğimiz için bunları tu kaka edemeyeceksek, aynı dönemin musiki öncülerini de reddedemeyiz.
Dolayısıyla, yalnız müzikte değil tüm branşlarda eğer başka Fazıl Say'lar yaratmak istiyorsak geçmişi ne ‘çağdaşlık’ adına efsaneleştirmeliyiz, ne de yeni zengin kibirlilikle aynı geçmişi hor görmeliyiz. Objektif davranmalıyız.
Ve nesnel geçmişi kabullenip ‘Mavi Rapsodi’nin tuşesine büyülü vurmalıyız.
Paylaş