EVET, dün dediğim gibi, "gazeteciler gazetecidir ve patronlar da patrondur"!
Dolayısıyla, bazı birincilerin işgüzár davranıp kendilerini ikincilerle özdeşleştirmeye kalkışması, benim ne meslek etiğimle, ne ahlák ölçümle, ne de hayat felsefemle bağdaşır.
Yağcılık ve pohpohçuluk benim kitabımda yazmaz. Asla ve asla da yazamadı.
Dolayısıyla, Allah göstermesin, belki işsiz kalabilir ve námerde muhtaç olmamak için bu yaştan sonra tekrar taksi şoförlüğüne başlayabilirim ama, kimseye yaltaklanmam.
* * *
NİTEKİM, şimdi hesaplıyorum da, ilk çalıştığım "Karanlık" varákpareyi hariç, basın sektörüne adım attığım otuz bir yıldan beri sırasıyla, "Tercüman"da Kemal Ilıcak; "Güneş"te Ahmet Çavuşoğlu; "Cumhuriyet"te Nadir Nadir; tekrar "Güneş"te Asil Nadir; ve nihayet "Hürriyet"te önce Erol Simavi, sonra Aydın Doğan patronum olmuşlar.
Ve, yalan söylüyorsam dört çocuğuma kavuşmak násip olmasın, yukarıdaki altı şahıstan yalnız Nadi, Simavi ve Doğan’ı ve de, üstelik hepsini tek ama tek bir defa gördüm.
Her üçü de gazete törenlerinde gerçekleşti. İláç için de, bir kelime dahi konuşmadık.
"Bonjur", "bonsuvar", yarım saniyelik o çok resmi el sıkışmalardan öteye gitmedi.
O halde?
* * *
O haldesi şu ki, Başbakan Erdoğan’ın haksız ve fevri suçlamalarına karşı Aydın Doğan’ı savunacağım için eğer beni "yargılamaya" (!) kalkışırsanız, önce, tek satır yalanı olmayan yukarıdaki tabloyu hatırlayın ve mümkün mertebe önyargısız davranmaya çalışın.
Yani, bu tavrımın da diğer bir "etik" yaklaşımdan kaynaklandığını asla unutmayın.
Artı, Halep oradaysa arşiv buradadır, yine hatırlayın ki, Uzan biraderlerin o hayasız medya organları bundan on küsur yıl önce, kendilerine rakip çıktığı için Erol Aksoy’u "Rum çocuğu" (!) diye ve kısmen "patronaj"ıma dahil olan çok iffetli bir hanımefendiyi de rezil biçimde karalarken, bu satırlar yazarı onları da derhal sahiplenmekte asla tereddüde düşmedi.
* * *
OYSA, benim yerimde olsalar, muhtemeldir ki bazıları "susmayı" tercih edeceklerdi.
Çünkü, "Hürriyet"in Türkiye’de el değiştirmesine rağmen gazetenin Almanya mülkiyetine daha bir müddet sahip olacak olan o eski "patronaj", Ankara’daki Emin Çölaşan’ın "atın bu vatan hainini" diye İsviçre’de yaşayan "big boss"a ikide bir telefon ederek beni durmadan muştulamasıyla birlikte, "gurbetçilerin milli hislerini rencide ettiğim" (!) gerekçesiyle, sütunumu Avrupa baskılarında tümüyle yasaklamıştı.
Üç - dört yıl boyunca "Modern Zamanlar" Yaşlı Kıta’da tek gün bile yayınlanmadı.
Ne değişir ki!
* * *
HİÇBİR şey değişmez!
"Patronaj" bana yıllarca sansürcülük uygulamış; háttá varsayalım ki, Emin Çölaşan’ın ispiyonlamasına uyarak, kıçıma tekme vurup kapı önüne koymuş olsun, yine değişmez!
Bugün Doğan’a karşı olduğu gibi, dün de onlara karşı etik davranmakla yükümlüydüm
Yani, "Rum çocuğu" küfrüne ve uçkur altı iftirasına maruz kalan o mağdur insanların benim patronum olması veya olmaması; yahut, oldukları takdirde de onlara karşı "kuyruk acısı" (!) beslemem, "susmaklığım" için asla ve asla bir gerekçe oluşturamazdı.
O "kuyruk acı"mdan ötürü, eğer Uzan’ların rezaleti karşısında "tarafsız" kalmış ve kaçak güreşmiş olsaydım, yuh benim gazeteciliğime de, ahlakçılığıma da, dürüstlüğüme de!
Dolayısıyla, evet, "gazetecilerin gazeteci, patronların da patron" olduğu ilkesine rağmen,Başbakan’ın haksız ve fevri suçlamalarına karşı o "patron"um Aydın Doğan’ı cumartesi günü burada açıkça sahipleneceğim, çünkü aynı etik ilke bunu da zorunlu kılıyor.