MAAZALLAH, eskiden uluslararası zirve denildi miydi yer yerinden oynardı.
İlgili başkentler haftalar, hatta aylar öncesinden hemen sırf bu toplantıya odaklanırdı. Kabineler, diplomatlar, kançılaryalar harıl harıl seferberlik düzenine geçerdi. Medya ise yerel muhabirleriyle yetinmez, en krema gazetecilerini oturum mekanına gönderirdi. Sonrasında da tahliller, sentezler, hesaplar, öngörüler gırla giderdi. Evet evet, eskiden uluslararası zirve demek, Himalayalar’ı aşıp Everest zirvesine tırmanmak demekti.
NİTEKİM, hadi 2. Savaş ertesinde Avrupa’nın paylaşıldığı bir Yalta veya bir Postdam konferanslarıyla karşılaştıracak kadar ileri gitmeyeyim ama, kendim de izlediğim için şunlardan örnek vereyim: Malta’daki bir Gorbaçov-Bush (“W” rumuzlunun babası) buluşması, Londra’daki bir NATO doruk toplantısı, yahut Paris’teki AGIT zirvesi gerçekleştiğinde, söz konusu oturumların her biri dünyanın gidişatına yön verecek nitelik taşıdığından, başta kullandığım deyimle gerçekten de yer yerinden oynamıştı. Bunlar 20. yüzyıl tarihine yazıldılar ve yaşadığımız yüzyılın ilk parametrelerini belirlediler. Ya şimdi?
VALLAHİ, dün bu satırları yazdığım öğleden sonra başlarında gerek yerli, gerek yabancı medyayı iyicene hatmetmiştim ama, cumartesi ve pazar günleri Kanada Toronto’sunda toplanan ve dünyanın en kalantor yirmi ülke liderini buluşturan “G-20” zirvenin haberlerine her iki tarafta da, ancak kıyıda köşede rastladım. Düşünün ki, yedi düvelin en üst yöneticileri bir araya gelmiştir; üstelik bunlar krizdeki yerküre ekonomisinin nasıl hale yola sokulabileceğini tartışmıştır; daha üstelik de bir alay ikili temas gerçekleşmiştir, fakat tüm bunlara rağmen konu lâf olsun kabilinden geçiştirilmiştir. “G-20” İngiltere-Almanya maçının ya da her hangi bir yerel haberin tahtını sarsamamıştır. Acaba bu durum okyanusun iki yakası arasındaki saat farkından ve dolayısıyla, kesinleşmiş ortak bildirinin henüz redaksiyonlara ulaşmamasından mı kaynaklanıyor? Sanmıyorum!
SANMIYORUM, çünkü bu tür toplantıların hemen hepsinde olduğu gibi Toronto öncesinde de kimin ne diyeceği daha baştan biliniyordu. “Cadı” (!) durumundaki Alman Şansölye Angela Merkel’in bütçe açıkları konusunda ısrarla “sıkı kemer” isteyeceği, buna karşılık Barack Obama’nın “gevşek”ten yana tavır alacağı, dolayısıyla da nihayetinde “çevir kazı, yanmasın” cinsi bir ortayolda karar kılınacağı, gelişmeleri az biraz izleyen herkesin malûmuydu. Nitekim aynen öyle oldu ki, Erdal Sağlam da bunu dünkü “Hürriyet”te zaten yazmıştı. Bu takdirde, Kanada’daki doruk toplantısının dünya medyasında böylesine “sudan geçiştirilmesi”ni saat farkından kaynaklanan bir “teknik sorun”la açıklayamayız. Peki neyle açıklayabiliriz?
ŞUNLA açıklayabiliriz ki, Soğuk Savaş bitimiyle birlikte tedricen yumuşayan ve “uzlaşmaz çelişki” olmaktan çıkan uluslararası ilişkilerde böylesine zirveler giderek sıradanlaştı. Vaka-ı adiyeye dönüştü. Diplomatik açıdan “hayati olay”, dolayısıyla da medyatik açıdan “manşet haber” olmaktan çıktı. Artı, gerek yukarıdaki “normalleşme”ye paralel olarak, gerekse de küreselleşme ve iletişim sayesinde farklı ülkelerin farklı temsilcileri her an, her düzeyde ve her konu için haberleşir duruma geldiler. Zaten dikkat edersiniz, yine yukarıdaki “içiçelik”ten ötürü gerek başkentlerdeki büyükelçilerin, gerekse yine buralardaki diplomatik muhabirlerin işlevi giderek sınırlanıyor. Veya birincilerde lobiciliğe kayıyor. Nitekim geçmişte tahayyül edilemeyecek şey, bakan sefirini, redaksiyon da muhabirini “atlayarak” en üst kaynaklarla direk temasa geçiyor ve dolayısıyla da yepyeni, bugüne dek bilinmeyen bir “teamül” oluşuyor. O halde de, en azından daha munis, daha yumuşak, daha yakın, moda tabirle daha “soft” uluslararası ilişkilerin tezahürünü yansıttığı için, “G-20” zirvesinin yeri göğü oynatmamasına aslında sevinmek gerekiyor.