PARİS láf ola, beri gele misali Ankara’nın AB sürecine çomak sokmak istermiş gibi gözüküyor ya, bunun kökeni ‘Türkofobi’ denilen bir ‘Türk düşmanlığı’na uzanmıyor. Yalan ve kuyruklu yalan, Fransız halkı biz Türklere karşı özel bir ‘fobi’ beslemiyor.
Evet bir ‘fobi’, yani korku var ama, bu, genel olarak ‘öteki’ni kapsıyor.
Fakat, nedenlerine gelmeden önce ve gayet kestirmeden şu saptamayı vurgulayayım:
Fransa çomak momak sokmayacak. Kendisi de biliyor. İç politika demagojisi yapıyor.
Tam bir ay sonra birlikte göreceğiz, müzakereler 3 Ekim’de başlayacak ve seyredecek.
İsteyen bu ‘kehánet’imi (!) bir kenara kaydetsin, aksi çıkarsa yüzüme vurur.
Çünkü bilelim ki, Fransa’nın sorunu ne Türkiye’yle, ne Çin’le, ne de Maçin’ledir.
* * *
FRANSA’nın derin sorunu kendisiyle ki, bu, ‘modernleşememek’ten kaynaklanıyor.
Burada, ‘modern’ mastarından türev fiili sırf ‘yenilenmek’ anlamında kullandım.
Fransa, söz konusu ‘Modern Zamanlar’ın özünü ve ruhunu belirleyen dönüşüm diyalektiğiyle tamamen çelişmesine rağmen, onu durağan ve kalıp kılmaya çalışıyor.
Üstelik de, hálá ve hálá, fi tarihinde yaptığı öncülüğün ‘nostaljiya’sıyla (!) yaşıyor.
Voltaire lisanında ‘büyüklük budalalığı’ denilen ve ‘kendini dev aynasında görmek’ deyimine eş düşen ifadeyle, nesnel gerçeği reddediyor. Hayal aleminde dolaşıyor.
Oysa, Fransa hanidir ve hanidir ‘modern’ değil! Tam tersine, ‘de-mo-de’!
‘Airbus’ uçak yahut ‘Thales’ elektronik üretmek ise yukarıdaki olguyu değiştirmez.
Zira, Paris başkentli ülkenin ‘demode’liği tekno-ekonomik boyutun ötesine uzanıyor.
Hem toplumsal, hem de siyasi felsefe ve pratiklerde ‘cüceleşmek’ten kaynaklanıyor.
* * *
BİR ülke düşünün ki, ultra marjinal tarım nüfusuna rağmen Jose Bove adındaki ‘sol’ yaftalı faşist köylü ‘küreselleşme karşıtı seferberlik’ başlatınca, ona şan bağışlamaktadır.
Ve o ülke o marjinal nüfusa AB nafakası verilsin diye Brüksel’i birbirine katmaktadır.
İşte, bunların simgeselliğinde de ‘derin Fransa’nın ‘köylü damarı’ akmaktadır.
Eh, bu ‘köylü damar’ statik bir 1789’un ‘cumhuriyetçi ruhu’na harman edilince; üstelik de, tá 19. yüzyılın 3. Cumhuriyet dönemine uzanan ‘taşra eşrafı’ kimlikli siyaset sınıfı bugün de varlığını koruyunca, madamlar ve mösyöler buyrun cenaze ayin-i ruhanisine!
Dolayısıyla, o sınıf káh Avrupa Anayasası’na ‘hayır’ diyerek, káh yabancılara şirket satımına ‘hoş bakmayarak’; káh da Le Pen gibi demagog bir ırkçıyı Elysee Sarayı adaylığına dek çıkartarak, Fransa’nın ‘anakronizm’ini, yani güncele geriliğini teşhir ediyor.
Nitekim, ‘sağ’ı da, ‘sol’u da modernleşemediğinden, örneğin sigorta primlerine kadar iflas bayrağı çekmiş ‘inayetli devlet’ modeline kimse dokunmak cesareti gösteremiyor.
Ama yine örneğin, ‘etki sahası’ Afrika’da çıngar çıkınca, bir manga asker yollamak için dahi ABD’den nakliye uçağı dilendiğini unutup, burnundan kıl aldırmaya kalkışıyor.
Ve tabii sonra, ‘Türkiye AB’ye girerse baget ekmek içindeki salam dilimi eksilir’ popülizminden medet umarak, dün belirttiğim gibi, eski ‘yüceliği’ni 1945’te geçici süre için ve ancak kağıt üzerinde dondurabilmiş Fransa’nın şimdiki ‘cüceliği’nigizlemeye çalışıyor.
* * *
OYSA biliyoruz ki, tüm Avrupa gibi Paris’in en şık semtleri de çoktandır ve çoktandır Amerikan köfteli hamburger, Leh sosisli sandviç ve Türk dönerli dürüm yiyor.
Afiyet olsun ve ‘bon appetit’! Buna karşı koyuş yok! Olamaz ve olamayacak.
Fırıncı ve kasap loncaları yeni taamların yerleşiklik kazanmasını durduramayacak.
Tıpkı, 3 Ekim’de başlayacak AB müzakerelerini Fransa’nın durdurmayacağı gibi!