ŞU Fransa, daha doğrusu şu Nicolas Sarkozy, Türkiye konusunda ne yapmak istiyor?
Anlayan beri gelsin ki, zahir Mösyö Başkan aklını peynir ekmekle yemiş.
Üstelik de, öyle canım kamamber peyniri ve baget francalasıyla falan değil!
Tüketim tarihi geçtiği için kıtıpiyoz market reyonuna düşmüş küflü keçi tulumu ve hamuru bayatladığı için köhne berduş kantinine dağıtılmış kara Alzas somunuyla yemiş.
İki ülke ilişkileri bir yana, bütün bir AB’nin de siyasi geleceğini rizikoya sokuyor.
***
ÖYLE ve nitekim, daha Elysées Sarayı’na kurulmadan önce "Türkiye Avrupa’da değildir, dolayısıyla AB üyesi olamaz" diye tutturmuştu ki, sonra da aynı minval üzre gitti.
Üstelik, bir de Alamanya’nın Frau Merkel’iyle Ankara konusunda imam nikahı kıydı.
Aslında AB bünyesinde yalnız olan bu hınzır çift "non" ve "nein"dan taviz vermiyor.
Hatta Carla Bruni’nin zevci, açık Amerikanofilliğine rağmen, "ABD Ankara’dan yana" diyen Obama’yla bile zıtlaştı ve lisán-ı münasiple "işime karışma" diye rest çekti.
***
HAYIR, ucuz suçlama ve iftiracılığın alemi yok, Sarkozy’nin bu "anti Türkiye" tutumu gizli ırkçılıktan veya telaffuz edilmemiş bir "İslamofobya"dan kaynaklanmıyor.
Paris liderinin Ankara karşıtlığını yalnız ve yalnız, onun kısa vadeli hedefler peşinde koşan ve stratejik vizyonu es geçen popülist bir siyasetçi olmasında aramak gerekiyor.
Şöyle ki, zaten şoven önyargıları olan "sıradan Fransız" hem yeni bir genişleme durumunda ekmek kapısını kaybedeceği; hem de Müslüman kökenli muhacirlere yenilerinin eklenerek hayat tarzının ve asayiş durumunun daha çok tehlikeye gireceği kaygısını taşıyor.
Dolayısıyla, nüfusu devasa ve kimliği yine Müslüman bir Türkiye’ye soğuk bakıyor.
Ve, Elysées Sarayı’nın kiracısı söz konusu önyargı ve endişeleri bizzat taşıdığı için değil, çoğunluğun bunları taşıdığını bildiği için, Ankara’ya kapı kapatarak puan topluyor.
***
İMDİİ, Türkiye "ev ödevi"ni yerine getirdiği takdirde ne Sarkozy’nin, ne markozinin taş koyabileceği gerçeğini zaten geçelim de, burada yapılması gereken başka bir şey daha var:
Yukarıdaki "sıradan Fransız"ı da kazanmak! Çok geniş bir lobiciliğe soyunmak!
Yani, halkdalkavukçusu Paris liderinin bizzat o "halk"ını ikna etmek!
Nitekim, Sarkozy gibi dar açıya değil, geniş bir ufka sahip olduğu için ilk insiyatifi eski başkan Jacques Chirac tarafından alınan ve 1 Temmuz’dan itibaren tüm Fransa çapında yüzlerce etkinlik gerçekleştirilmesini öngören "Türkiye Mevsimi" de bu amacı hedefliyordu.
"Hedefliyor" yerine "hedefliyordu" diyorum, çünkü "Le Monde" gazetesinde konuya ilişkin olarak pabuç kadar haber yayınlandı ki, proje belki de suya düşüyormuş.
"Resmi" Paris’in o "anti" tutumundan dolayı, hem esas finansal kaynağı sağlayacak olan Türk hükümeti, hem de sponsor firmalar "acaba değer mi" diye düşünmeye başlamışlar.
***
VALLA bana sorarsanız, Fransızlar’ın Türklere özel antipati beslemediğine ve sorunun "ötekini bilmemekten" kaynaklandığına inanan, üstelik son kamuyoyu taramasında Ankara’ya "hayır" diyenlerin büyük düşüşe geçtiğini saptayan birisi olarak söylüyorum ki, hálá değer!
Organizatörlerin ’Le Monde’a yakındığı noktalar hızla düzeltilerek program iyi tasarlandığı ve gerçekleştirildiği takdirde, yoğun rüzgarlarla gelecek bir "Türkiye Mevsimi" altıgen ülkenin üzerindeki bulutlu havayı önemli ölçüde dağıtabilir.
Tabii ki sakızlı lokumla değil, ama aynı Mevsim avangard resmiyle, öncü tasarımıyla, dışavurumcu sinemasıyla, rockçu klipiyle, Nobel’ci edebiyatıyla, sivilci felsefiyatıyla Fransa’da öyle bir güneş pırıldatabilir ki, bir bakarsınız, halkdalkavukçusu o Nicolas Sarkozy yine halkın nabzına göre şerbet vermek için, bu defa da "pro Ankara" şampiyonluğa soyunmuş.