Fikri mi, adli mi

BU satırlar yazarı Voltaire’in "fikirlerinize sonuna kadar karşıyım, fakat bunları özgürce ifade edebilmeniz için ölmeye hazırım" sözünü ahláki ilke bellemiştir.

Dolayısıyla, tabii ki asla ve asla "çifte standart"ım yok ve olamaz!

Nitekim, velev ki kendisi yaldızlı rekláma dönüştürsün, malûm Maocuların reisi "ifade suçu"dan ötürü mahpusa girdiğinde, onu bile sahiplenmekte tereddüte düşmedim

Aksi takdirde, "etik" denilen namus ve dürüstlük değerlerinin ırzına geçmiş sayılırım.

* * *

ÖYLE, çünkü benimsediğim ve inandığım o etik evrensel hukuk tarafından "cürüm" sayılan ve tedhişçiliği, katliamcılığı, ırkçılığı açıkça kışkırtan istisnai sınırlamalar hariç, fiiliyata dönüşmediği müddetçe hiçbir fikri ve onun ifadesini cezai "suç" addetmez.

Zaten bu kural da belirttiğim siyasi, iktisadi ve ahláki "burjuva kültürü"ne girer.

Kentsoylular oturmuşluklarına güvenirler ve filanca şunu dedi diye yüksünmüşler.

O halde, hem Voltaire ilkesini, hem de yukarıdaki kültürü benimsemiş birisi olarak tabii ki, "Türklüğe hakaret" (!) gibi ne idüğü belirsiz ve elastikiyeti sonsuz bir "suçlama" yla (!) yargılanan bir Büyük Orhan Pamuk’u; veya, güler misin, ağlar mısın, "Türk ajanı" diye Avrupa’daki fanatik Ermeni lobisinin saldırı kampanyasına maruz kalan ama öz be öz kendi ülkesinde aynı "cürmün faili" sayılan bir Hırant Dink’i sahiplenmekle yükümlüyüm.

Ayrıyeten, her halde artık bunlara başka bir "sanık"ı (!) daha eklemem gerekecek.

Anladınız, "HOL-LAN-DA-LI"; tekrar vurgulayayım, hani şu lále ve kanal şöhretli Avrupa kraliyeti var ya, işte ora tebasından AP parlementeri Joos Lagendijk’i kastediyorum.

"TSK’yı küçük düşürmek" (!) iddiasıyla onun hakkında soruşturma açıldı ya!

Kabul, bu eşsiz "emsal" dünya hukuk tarih ve kitaplarını zenginleştirecek ama, aynı minval sürerse benim "Modern Zamanlar" da artık "Adli Zamanlar" başlığını taşıyacak.

* * *

ŞAKA bir yana, yukarıdaki sahiplenmelerim de yeterli kalmıyor ve kalamaz.

Eleştirilerimi sırf "fikir suçu"yla sınırlı tutarsam, "kıvırtmış" sayılırım

Çünkü, tamam, tabii ki her hukuk mekanizması önce "teorik yasa" üzerinde yükselir.

Ancak bir de, onların yorum tarzını biçimlendiren bir "pratik uygulanış" mevcuttur.

Zaten işte kelime etimolojisi ortada, "hákim" hükmetmek fiiliyle bütünleşmiyor mu?

Ve o hakim de o yasanın yorumuna "hükmedebildiği" için "hákim" değil mi?

Dolayısıyla, hüküm giymediği müddetçe masum olan "zanlı"ya yönelik bir "pratik uygulama", söz konusu zanlılının geçmişi, sabıkası, statüsü, sıhhati gibi tüm faktörlerin bütünü ve tábir caizse, bunun "en müsamahakár" biçimde yorumlanmasıyla "ádil" olabilir.

Adam bıçakladığı için iki defa kodese girip çıkmış bitirim üçüncü bir defa da cinayet şaibesiyle zaptiye önüne düşmüşse, tabii ki "ekmek Kuran çapsın masumum" zırvasına aldırılmaz ve gerekiyorsa kıçına tekme vurularak, koğuşa tıkılır. Bu, "ádil" adalettir.

Ancak, belki de buzhaneden aldığı bayat palamutu asfalt kenarında satan ve sandalı kıyıda demirli ve ağları ise kuruda asılı duran balıkçı "mevsim dışı avlandı" şüphesiyle aynı yere tıkılırsa, burada "adaletin bu mu dünya" diye arabesk şarkı şakımak caiz olur.

* * *

DOLAYISIYLA, velev ki muhtemelen karşıt görüş taşıyor olalım ve "fikir suçu" kapsamında yargılanmasın, maruz kaldığı uygulamayı asla "ádil" bulmadığımdan, ben tabii ki Van Üniversitesi Rektörü Profesör Yücel Aşkın’ı da sahipleniyorum. Boynumun borcu!

Ve, Pamuk ve Dink duruşmaları gibi Aşkın davası da siyasi kutuplaşma kamçıladığı; üstelik, yemin-i billahların aksine hukuk o siyasilikten hiç soyutlanamadığı için, TÜSİAD’ın "burjuva kültürü" adábı ve zenginliğiyle getirdiği "çifte eleştiri"yi tümüyle benimsiyorum.

Evet evet, hukuk eleştirilebilir ve de eleştirilmelidir ki, buna cumartesi değineceğim.
Yazarın Tüm Yazıları