NE zaman ki megaloman Küba diktatörü Fidel Kasto’ya sahte destan, yalancı efsane ve cahil methiye düzülür, işte o zaman da benim cinlerim başıma toplanır. Nevrim dönüverir.
En önce, burada biline ki Antil ülkesini kırk yılı aşkın bir süredir adım adım izliyorum.
Küba merakım henüz "cinnet yıllarım"a yelken açarken başladı. Binbir zorlukla Havana’dan İstanbul’a getirttiğim "Granma" ve "Tricontinental" dergilerini okur oldum.
Eh yaşım toy ve ahmaklığım diz boyu, Jean Paul Sartre’lerden Regis Debray’lere, "entelokrat" denilen ve züppelik üreten o "sol" aydınların "Kastromani"sine kapılmıştım.
Dolayısıyla, Karaip adasının çağdaş tarihini bir papağan gibi ve ezbere anlatabilirim.
* * *
ARTI, aynı "cinnet yıllarım"ı noktaladıktan sonra da ilgim nihayete ermedi.
Küba’yı bu defa da, Gümüşsuyu’ndan aşağı 6. Filo askeri kovalarken attığım "Ernesto’ya bin selám" sloganınınromantizmine niçin kapıldığımı; dolayısıyla, nasıl bir naiflikten ötürü totalitarizm batağına saplandığımı kendi kendime açıklayabilmek içinsorguladım.
Castro’nın kızıl diktatoryasını bir "vicdani hesaplaşma" unsuru olarak inceledim.
Ve, işkembe-i kübradan atmadığı vurgulamak için şunu da ekleyeyim ki, gittim de!
* * *
GİTTİM ki, ayıp tercümesini size bırakıyorum, gümrükten çıkıldığı an "kamon senyor, tüventi dolar, gud cob" diye üşüşen küçük kızcağızlardan kendimi kurtardığımda, "sosyalist cennet" ne kelime, "sosyalist kerhane"ye geldiğim kafama tamamen dank etti.
Sonra, turistik yerler hariç tek ampul yanmayan semtlerden geçerek otele vardığımda, ertesi sabah, korumalara rüşvet vererek çöp artığı karıştıran sonsuz yoksul insanları seyrettim.
Yalanım varsa çocuklarımı görmek nasip olmasın, Çin ve Mısır hariç, gezdiğim tüm ülkeler arasında uçurumun ve eşitsizliğinin Küba kadar göz çıkarttığı başka yere rastlamadım.
Dehşet ayrıcalıkla donanmış ve militarist oligarşiyle bütünleşmiş çok azınlık bir "kızıl burjuvazi"; onun denetlediği fahişelikle "turist tırtıklayan" ve "orta halli" olmaya çalışan gayet cüzi bir şehirli kesim; ve nihayet, sefalet içinde yaşan sonsuz geniş kitleler!
İşte Fidel Castro’nun Küba’sı budur ve gerisi koca, koskoca bir yalan ve efsanedir!
* * *
EFSANE dedim de aklıma geldi. Georges Dumezil’in "Efsane ve Destan" başyapıtı bir; Roland Barthes’in "Modern Mitologyalar" denemesi de iki, bunları iyicene özümsemiş insan Castro’nun sahte efsanesini öylesine rahatlıkla yerle bir eder ki! Soyup soğana çevirir.
Zira, her efsane gibi "Sakallı"nın bütün yalanları da "sembolizm" üzerine kuruludur.
Örneğin, Fidel Efendi en baştan beri, kendinden önceki diktatör Fulgencio Batista iktidarında sosyal eşitsizliğin hüküm sürdüğünü "simgesel propaganda"ya dönüştürmüştür.
Peki de, tam "Devrim" arifesindeki 1958 yılında Küba’nın en zengin ve en okur-yazar ikinci Latin ülke olduğunu; televizyonda ilk sırayı aldığını; aynı yıl 40 milyonluk Türkiye’de 100 bin otomobil varsa, bunun 7 milyonluk Antil devletinde 220 bin olduğunu kaç kişi bilir?
Kim yukarıdaki "mitolojik" propagandanın cilásını kazımak zahmetine katlanmıştır?
Kim "kızıl semboller efsanesi"nin rengini zımparalayıp, yarım asırlık "komünist eşitsizlik"le, ondan önceki "sermayedar eşitsizlik" arasında ciddi bir kıyaslama yapmıştır?
Kim "kapitalist kerhane" dönemindeki hayat düzeyinin ve gelir dağılımının şimdiki "sosyalist kerhane" işletmesinden fersah fersah ileride ve "eşitçi" olduğunu incelemiştir?
Yani, kim o Batista yıllarında kişi başına GSMH’nin Portekiz’i aştığını öğrenmiştir?
* * *
HİÇ şüphesiz ki, Büyük Kemal Atatürk’le totaliter başıbozuk Che Guevara’nın resmini yanyana koymak gafletiyle avunan o hazin ve o cahil "ulusalcı" taife değil!
Dolayısıyla, Allah bizi "Fidel efsanesi" yutturan "cehalet destanları"ndan korusun.