MALÛM, "totalitarizm" kelimesinin siyaset lügatine girişi faşizme uzanır.
Ancak ne gariptir ki, yukarıdaki deyimi İtalyan partisi icát etmedi. Tersi gerçekleşti.
Çünkü sözcüğü yoktan yaratan şahsiyet, Roma Parlamentosu’nda o faşizme karşı amansız mücadele vermiş olan liberal milletvekili Giovanni Amendola’dır.
Biraz sonra kara gömlekliler tarafından katledilecek olan parlamenter "totalitarizm" terimini, "Duce"li kurumun sosyal hayata bir bütün olarak el koymasını tanımlamak için daha 1923 Mayıs’ında ve Meclis henüz işlevini sürdürürken, kürsüden dile getirdi.
Fakat kelime bizzat Benito Mussolini’nin öyle hoşuna gitti ki, pragmatik diktatör bunu hemen sahiplenmekte beis görmedi. Hafiften amiyáne tabirle, "üzerine oturdu".
Nitekim, faşist partinin daha sonra üreteceği "her şey devlet içinde, hiçbir şey devlet dışında ve devlete karşı hiçbir şey yok" sloganının kökeni de aynı sözcükten kaynaklanır.
* * *
BURADA kastedilen şeyi, bireyi beşikten mezara "total" biçimde "kucaklamak" (!); yani onu tümüyle hamura bulamak, kalıba dökmek ve rotaya oturtmak iradeciliği oluşturuyor.
"Fetiş" niteliğiyle donandırılmış olan devlet de bunu gerçekleştirecek tek aygıttır.
Zaten yukarıdaki olgudan hareketle, benzer tür "bütüncüllük" geliştirdikleri için komünizm, Nazizm ve onların diğer varyantları genel bir totalitarizmtanımıyla adlandırıldılar.
İşte, bugün kullandığımız terim öz olarak Çizme Yarımadası’ndaki rejime uzanıyor.
* * *
ÖYLE ama, her önümüze gelene "faşist" demekle ve köken oradan kaynaklansa bile totalitarizmi daima ve en önce aynı faşizmle özdeşleştirmekle, aslında büyük hata yapıyoruz.
Bunu söylerken sırf Türkiye’dekini değil bütün dünyadaki siyasi lügati kastediyorum.
Çünkü, belki belki Portekiz "Salarizm"i hariç, bugüne dek yeryüzünde hüküm sürmüş tüm totalitarizmler arasında Benito Mussolini rejimi bunların "en az" totaliter olanıdır.
Bütün "kucaklayıcı" organlara rağmen birey en çok İtalya’da "birey" kalabilmiştir.
Stalin Moskova’sı ve Hitler Berlin’i yanında Duce Roma’sı feráh feza cennet sayılır.
Kan akıtmak bab’ında ise faşizm ötekilerine oranla zemzem suyuyla yıkanmıştır.
Irki ve beşeri cinnette komünizm ve Nazizmle asla kıyaslanamaz. Sonsuz masûm kalır.
Zaten "faşizm" kelimesini böylesine abur cubur biçimde kullanmamızın nedeni de, değme cahil Bulgar komünisti Yorgi Dimitrov tarafından uydurulmuş "tanımlama"nın (!), Kominternpropagandası aracılığıyla dünyaya empoze edilmiş olmasından kaynaklanır.
* * *
OYSA faşizm yalnız İtalya’ya aitti. Bu açıdan da bütünüyle "millilik" arzediyordu.
Ancak, burada Çizme Yarımadası’nı zikrettiğim için, "güneyli İtalyanlar zaten Stalin ve Hitler gibi cani olamazdı" gibi bir "Akdeniz dayanışmacılığına" gireceğim sanılmasın.
Cumhuriyetçi ve Frankocu katliamlarıyla İspanyol İç Savaşı bir "anti örnek" olarak ortada, siyasi rejimler ve onların uygulaması illá "sosyal ekoloji"yle açıklanamaz.
O halde diyebiliriz ki faşizm, ulus devletkimliğini geç edinmiş ve 1. Harp kaosundan travmayla çıkmış bir İtalya’da, özel şartlarda doğmuş devrimci ve modern bir ideolojidir.
Eski toplumu ve değerlerini iradeci biçimde değiştirmek istediği için "devrimci"dir; devlet aparatını "total" kılmasından fütürist estetikleri benimsemesine de, "modern"dir.
* * *
FAKAT, faşist totalitarizmin daha da derin kökeninde, onu komünist totalitarizmle gerçekten buluşturan; gerçekten yoğuran; gerçekten bütünleştiren hayati bir ortak nokta var:
Diğer bütün zahiri benzerlikler bunun yanında çok ikincil ve çok aksesuvar kalıyorlar:
"Proleter millet" kavramını kastediyorum!
Bizim de kolektif bilinçaltımızı belirleyen bu hasta kavramı cumartesiye bırakıyorum.