Paylaş
HAYATİ maçın bitimine otuz saniye kala Sylvain Wiltord topu İtalya ağlarına gönderip mucizevi beraberliği sağlamıştı ki, yenilgiye kendisini alıştırdığı için o ana kadar sus pus duran Fransız tribünlerden müthiş haykırış yükseldi.
Voltaire ülkesine has ‘cumhuriyetçi refleks’ devreye girdi ve seyirciler, ‘haydi evlad-ı vatan, zafer günü geldi’ diye başlayıp ‘davran silaha, davran’ nakaratıyla devam eden milli marş ‘La Marseillaise’yi söylemeye başladılar.
Küçük ekran aracılığıyla tekrar sahaya baktım, afalladım.
* * *
AFALLADIM, çünkü şimdi başlayacak uzatmada ‘altın golü’ atarak ‘Euro 2000’ kupasını Paris'e götürmesi için ‘silaha davranması’ istenen takımın oyuncuları ‘İhtilal-i Kebir’de Bastille mahpusuna yürüyen ve Delacroix'in o ünlü tabloda efsaneleştirdiği akpak çehreli ‘evlad-ı vatan’ kalabalığına hiç benzemiyor.
Şu an Rotterdam stadyumunda boy gösteren hazretler kim ola ki !
Kara Henri, zenci Desailly, Habeşi Vieira, Arabi Zidan, Ermeni Corkayef, Bask Lizarazu veya Arjantin David Trezeguet...
Eksiği var fazlası yok, Afrika, Antil, Mağrip, Kafkas, Amerika sahada...
Eğer taraftarların ‘evlad-ı vatan’ addettiği bu bin bir kökenden oyuncular Fransızsa, iddia ve ilan ediyorum ki ben de su katılmamış İzlanda Vikingiyim !
* * *
HAYIR, hayır, onlar tabii ki Fransız ! En safı, en durusu, en hası...
Onlar, vaftiz şeceresi on kuşaktan beri Loire havzası kiliselerinde yazan, Proust lisanını uzak ‘troubadour’ şarkıların aksanıyla konuşan ve peynirin tadına bakmadan sofradan kalkmayı reddeden Fransızlardan bile daha Fransız...
‘Zafer günü geldi’ diyen marşın ülkesine Avrupa zaferini de hediye eden bu Babil Kulesi kahramanları hiç tereddütsüz ‘evlad-ı vatan’ın ta kendisi !
Etnisitelerin ve ayırımların canı cehenneme, çünkü onlar cumhuriyetçi ilkelerin başında gelen ‘anayasal yurttaş’ kimliğini taşıyorlar.
Üstelik, bazen sömürge tebalarının, bazen mülteci yolculuklarının, bazen göçmen yoksulluklarının uzantısı olan; dil, din, ırk ve kültür itibariyle de Asterisk'in sülalesinden inmeyen Rotterdam şampiyonları, ‘anayasal yurttaşlık’ kavramının diğer bir ilkesini oluşturan ‘kader ve ülkü birliği’nde Fransa'dan yana tercih yaptıkları için Fransa'nın onurunu taçlandırıyorlar.
Ama Fransa da onların onuru !
Gökkuşağı rengindeki yetmiş yedi benzemeze ‘evlad-ı vatan’ olmak hakkını tanımasından başlayın ve Bixente Lizarazu'nun Baskça ismini yasaklamamasına kadar çıkın, alakasız kökenleri tek bir milli takımda harmanlayan ve dosta düşmana ‘savulun, bizim yeni Fransızlığımız işte budur’ diye meydan okuyan; böylelikle de hem kendi bünyesindeki habis ırkçı kansere şifalı neşter atan, hem de modern kozmopolitizmin muzaffer bayrağını zirveye dikerek onu biraz daha evrenselleştiren bir Fransa, zerre şüphe yok, bütün insanlığın onurudur.
Final gecesi baştan sona İtalya'yı desteklememe rağmen sırf bu misyonundaki dev başarısından dolayı ‘La Marseillaise’yi söylemeye hazırım.
* * *
PAZAR günkü ‘Hürriyet’te Yavuz Harani de yazdı, ırk ve etnisiteleri kendi takımlarında harmanlayan Fransa, Hollanda, Portekiz gibi ülkelerin ‘Euro 2000’ de gösterdiği yüksek performans aslında futbolu fersah fersah aşıyor ve Batı'ya çoktandır damga vuran ‘yeni melezliğin’ toplumsal zaferine tekabül ediyor.
Dolayısıyla, ‘küreselleşmenin’ hayati bir boyutunu oluşturuyor.
Artı, ‘yamyam’ (!) Desailly'nin ya da ‘fellah’ (!) Zidan'ın çim sahalarda efsaneleşmesi, tıpkı ‘rap’ ve ‘rai’ şarkıcılarda olduğu gibi, beton varoşların ve pis metroların muhacir gençliğini hem yaşadıkları ülkeyle bütünleştiriyor; hem de onların sosyal hiyerarşide tırmanabilmesi için uyarıcı işlev görüyor.
Haydi evlad-ı vatan, vatanlarımızı evrenselleştiren zafer günü geldi !
Paylaş