Eveleme develeme

Efendim, tabii ki başlarının, gözlerinin sadakası olsun ve Allah kabul eylesin de, "uçaklardan kurtuluyoruz" diye pist kenarında boğazlanan şu devenin eti ne oldu?

Bugüne kadar mübarek hayvanın ne döş bifteğinden, ne hörgüç kuşbaşısından tatmışlığım var ki, nasıl yenildiğine dair bir fikrim yok.

Şu deve ne mübarek hayvandır! Nitekim, işte bakın, "devesel aktüalite" öylesine dayattı ki, bu pazar da sürdüreceğim New York makalemi bile yarıda kesip, dört ayaklıya değinmek zorunda kalıyorum.

Zaten de tersi düşünülemezdi.

Aksi takdirde, uçaklardan "kurtuluyoruz" (!) diye çöl canlısının kurban edildiği bir ülkede olayı görmezden gelir ve sanki celep pist kenarında bıçak indirmemiş gibi, Atlantik ötesindeki kent hakkında yazmayı sürdürseydim, siz de çok haklı bana Merih’te mi yaşadığımı sorardınız.

Sonra da, başa "yok" mu, "çüş" mü, "höst" mü ünlemini getireceğinizi bilemiyorum ama, her halükárda, sonu deveyle bir biten bir hayret ifadesi savururdunuz.

İşte buna meydan vermemek için de şimdi derhal sadede geliyorum.

Efendim, beni en önce ve en çok meraklandıran konuyu ilkin şu nokta oluşturuyor:

Tıpkı yukarıdaki ünlemler gibi, nasıl olur da "deve" sözcüğüne atıfta bulunan deyim ve ifadeler lisánımızda böylesine yoğun biçimde yer almaktadır?

Eh, hangi birini sayayım ki?

DEVENİN NALI MI? DEVENİN PABUCU MU?

"Devenin nalı" ve "devenin pabucu" diyerek hayvancağızın ayağına ince topuklu iskarpin geçirmeye kalkışan mübalağaları bir kenara bıraksak dahi, aşağıdakilere ne demeli?

Nitekim, hemen hemen imkánsız derecede zor bir şeyi gerçekleştirmeye çalışmak fiilini "Deveye hendek atlatmak" metaforuyla açıklamaz mıyız?

Yine iki zor tercih arasındaki seçimi, "Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin" şeklinde dile getirmez miyiz?

Yahut, láfı dolaştırarak baklayı ağzından çıkartmamak yaklaşımını "Eveleme, develeme" diye nitelendirmez miyiz?

Veya, pek dik bir yokuşu "deve bağırtan" benzetmesiyle adlandırmaz mıyız?

Pekii, neden, niçin ve nasıl?

Evet, neden, niçin ve nasıl, çünkü ne devenin, ne de onun daha dayanıklı ve daha süratli cinsine tekabül eden hecinin bizim "tarihi" binek hayvanımız olduğu iddia edilemez.

Kabul, Taklamakan’dan Gobi’ye çok eski "atayurdumuz"da da develerin yaşadığını biliyoruz ama, Oğuz Boyu’nun esas ulaşım hayvanı daima ve daima beygir oluşmuştur.

Nitekim şair bile "Dört nala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan" diyerek genel bir "at kültürü" metaforuna atıfta bulunmaz mı?

Zaten hatırladığım kadarıyla da, Süveyş Kanal Cephesi maceraperestliğini anlattığı "Zeytindağı"nda mecbûren ve doğal olarak kendi bindiği hayvanlardan bahseden Falih Rıfkı Atay hariç, Türk edebiyatında deveyi konu alan öyle aman aman bir ciltler bütünü yoktur.

O halde tekrar soruyorum, nesnel durum böyleyken ve háttá muhtemelen, cüsse benzeştirmesinden ötürü bizzat "deve" kelimesi dahi "dev" sözcüğüyle ilintiliyken, Arabi çöllerin yaratığı nasıl olup da dilimizde bu kadar yer edinebilmiştir?

Bilen varsa, bir zahmet bana anlatsın!

NE OLDU BU DEVENİN ETİNE ACABA?

Öte yandan, beni ikinci derecede meraklandıran konu çok daha maddi, daha doğrusu midevi bir boyut arz ediyor.

Efendim, tabii ki başlarının gözlerinin sadakası olsun ve Allah kabul eylesin de, "uçaklardan kurtuluyoruz" diye pist kenarında boğazlanan şu devenin eti ne oldu?

Eh n’apim, isterseniz ayıplayın, bugüne kadar mübarek hayvanın ne döş bifteğinden, ne hörgüç kuşbaşısından tatmışlığım var ki, nasıl yenildiğine dair bir fikrim yok.

Acaba bunun da mı kavurması pişiriliyor? Bol soğan ve kekik koymak gerekir mi?

Havaalanı teknik personel lokantasının mutfağında ilkin taze olarak mı pişirildi?

Yoksa, dinlensin diye önce bir mühlet buzdolabında bekletilecek, ardından da halis zeytinyağı, Silivri yoğurdu ve taze karabibere yatırıldıktan sonra, yine pist kenarındaki bir mangal pikniğinde "kendin pişir, kendin ye" usulü şiş kebabına mı geçirilecek?

Daha yoksa, olur a belki Arabi bir adettir, et, THY’nin o taraflara uçan tayyarelerinde ve sadece "business class" mevkiindeki ayrıcalıklı yolculara, "halis devedir" diye özel mönü olarak mı servise girecek?

Yahut da, dediğim gibi bildiğim şey değil, hayvanın dokusu kayış gibi olduğundan, sevabı, farzı usulen yerine getirildikten sonra mezbahadaki sucukçulara mı okutulacak?

Çok meraklandığım bu konu hakkında da beni bir aydınlatan çıkarsa, kendisine müteşekkir olacağımı şimdiden ilán ediyorum.

Biliyorum biliyorum, yazının sonuna gelmeme rağmen satırlarda hep "eveleme develeme" yaptım ve ne o çöl deveyle o semá uçağı arasında irtibat kuran inanılmaz ilkellik; ne, söz konusu uçaklardan tümünün pilotaj hatasıyla düştüğü gerçeğini es geçen dehşet kandırmacalık; ne de bütün bunların bileşkesinden oluşan şu sonsuz hazin, şu sonsuz trajik, şu sonsuz gáriban "kadercilik" hakkında tek kelime söyledim.

Kusura bakmayın, bunun açıklamasını aynı kelimeden argotik deyimle vereceğim:

"Çüş deve", söylemeye hacet mi var!
Yazarın Tüm Yazıları