DENİLİR ki, erkekler karılarını çıtı pıtı, metreslerini ise etine buduna isterler.
Eh, bu cümleyle birlikte daha ilk andan itibaren işler çatallaşmış oluyor.
Şimdi, yukarıdaki sözü "ahláki" (!) kıstasları bir kenara bırakarak yorumlayalım.
Demek ki, aslında birbirlerini tamamlaması gereken iki temel öğe, yani "estetik" ve "erotika" en azından günümüzde, birbirleriyle çelişen bir manzara sunuyor.
Başka bir deyişle, erkekler metreslerinde gerçek ve dobra "tensel arzuları"nı ararken, eşlerini sahtekár ve kalıpçı "bedensel şartlanmalar"la bütünleştiriyorlar.
Kollarına manken endámlı "resmiler"ini takıp boy göstermekten pek hoşlanıyorlar ama, "libido" dediğimiz "cinsel uyarıcılık" devreye girdiğinde, "gayr-i resmiler"inin engebeli ve ele avuca gelecek cinsten kadınlar olmasını istiyorlar.
Bunu söyledim ya, şimdi bazı hemcinslerimin "Elinin körü, çaktırmamaya çalıştığın kendi tercihlerini bize de mál etmeye kalkışma"; diğer bazı karşı cins mensuplarının ise "İşte siz erkek milletinin hilebázlığı ve ikiyüzlülüğü" dediğini işitir gibi oluyorum.
Durun durun, hepinize cevap yetiştireceğim!
*
BİR defa, ey benim aziz hemcinslerim, biz birbirimizi biliriz ve dolayısıyla da, sakın karşılıklı maval okumak yarışına girmeyelim.
Yani, hanidir "hákim estetik" olarak dayatılan şu "sıskalık kıstasları"ndan ne denli etkilenmiş olursak olalım, kendi kendimize itiraf etmekten korksak bile, beyin mahremimizde kaç beden sutyen veya korse sahibesi hayallerinin yattığı gerçeğinden haberdarız.
Nitekim, adına ister "arzu", ister "şehvet", ister "fantazma" deyin hiç fark etmez, dáhi ressam Rubens’in o "besili dişi" tablolarından, diğer dáhi Fellini’nin bir poposu yerde, bir memesi gökte "okkalı hatun" filmlerine dek, káh tuvale, káh ekrana yansıyan "uyarıcı libido"lar her halde gökten zembille inmedi.
İnmiyor ve de inmeyecek.
Öyle, çünkü goriller üzerinde gerçekleştirilen gözlemler de hiç kuşkuya mahal bırakmayacak biçimde ispatladı ki, ister insan, ister hayvan olsun, "eti budu yerinde dişiye eğilim" bütün erkek canlıların doğasındaki genetik formülde hayat bulmaktadır.
İşte, ormanda harem kurmuş bir maymun efendi en çok o haremin en ağır kilolu karşı cinsiyet mensubuyla çiftleşiyor.
Cılızlarını ise adet yerini bulsun ve ayıp olmasın kabilinden "onore ediyor".
Zira, söz konusu "erotik cazibe" her erkek canlının bilinçaltını belirleyen "zürriyet sürekliliği" içgüdüsünden; yani o içgüdünün "zayıf"ı dışlıyor olmasından kaynaklanıyor.
Zaten, tamam biz insanlar için "Viagra" icát edildi ama bu iláç "mekanik sorunlar"ın (!) derdine deva getirmekten başka bir işlev üstlenmiyor ki!
"Dolgundan cayın, sıskaya bakın" dedirten bir sihirli iksir olmadı ve olmayacak.
Başka bir deyişle, modacıların cinsellik dürtüsünü hadım etmeye kalkışarak dayattığı "zafiyetli estetik" (!) aslında doğa yasalarıyla çelişiyor.
Nitekim, söyleyin, çırpı beden hatun tasvirlerini istavrozla takdis etmesine rağmen yukarıdaki Felemenk sanatçının çizdiği kutsal sahneleri, "Seni gidi káfir! Mübarek meleği değil, altlı üstlü engebeleriyle kulları baştan çıkartan günahkár huriyi resmediyorsun" diyerek sansürlemeye kalkışan eski Amsterdam piskoposu, PetrusRubens’i láf olsun diye mi cehennem ateşine göndermeye kalkışmıştı.
Yahut, en başta eti budu yerinde hizmetçi kızlar ve şaplak kalça garson kadınlar, seksen küsur yaşına kadar haniyse uçan kuşun bile icábına bakan ve hepsinin de teker teker çetelesini tutan Victor Hugo, Belçika sürgünündeyken ayarttığı otel odacısı Magda’nın isminin yanına "Waterloo muharebesini pansiyon yatağı üzerinde kazandım. Ah Rubens, memleketinin kadınları yağlıboyalarındaki gibi" diye yazarken, hiç mi "ağzının tadını" bilmiyordu?
Dolayısıyla, hadi benim aziz hemcinslerim, "derin mahrem"imizdeki gerçek erotikayı kabullenelim ve birbirimize madik atmaya kalkışmayalım.
*
HAA, yukarıdaki örneklerin "dev anası dejeneransı"ndan (!) mustarip erkekleri kapsadığını iddia edecekseniz, tabii o takdirde söyleyecek bir şeyim yok ve de olamaz!
Bana ne, derdinize yanın ve paşa gönlünüz öyle çekiyorsa, koynunuza lodos yellerinde kurumuş bir çiroz hatun alın!
Bol sirkeli taam edersiniz ki, aman aman, afiyet şeker olsun ve midenize kor düşsün.
Veya, hastane koğuşlarını gezerek, şu "anoreksi" denilen "ultra zayıflık" derdinden dolayı kafayı üşütmüş ve kemiğinin üzerinde sırf derisi kalmış bir hanımcağıza abayı yakın!
Artık bilmiyorum ve beni hiç ilgilendirmiyor, nasıl yaparsanız yapın ve tepe tepe kullanın ki, af buyurun, sizin midenizin ötesinde başka bir yerinize de kor düşsün.
Ve şunu da eklemek zorundayım ki, sizinle hemcins olmaktan utanıyorum!
İmdii, işte çuvaldızı önce kendimize batırıp karılarını çıtı pıtı, metreslerini ise etine buduna isteyen biz erkek milletinin şu "sıskalık estetik"i konusundaki ikiyüzlülüğünü ve sahtekárlığını ortaya koydum ama, işin bizzat "nesne"si olan kadınlar pek mi masûm?
Erotikanın canına okuyan ve cinselliği hadım eden şu "çırpılık kıstasları"nın böylesine zorba bir hükümránlık sağlamasında onların "suç"u yok mu?
Olmaz olur mu, tabii ki var, hem de pek çok var ki, bunu gelecek pazara bırakıyorum.