Ege sorunu (son)

MAVİ Kıta’daki enfes koya bakarak tıraş olduğum köy berberine iltifatta bulundum: “Şanslınız, burası hiç bozulmamış. Rumların bıraktığı gibi duruyor”.

Haberin Devamı

El cevap: “Doğulular gelirse bizden kimse kalmaz. Mayamız tutmuyor, kaçarız”. Tabii yukarıdaki utangaç “Doğulular” sözünü siz “Kürtler” olarak tercüme edin. Artı, iltifatımı izafileştirin. Çünkü o güzelim taş mekânlar aslında enkaza dönüşmüş. Köylüler “onarım”ı (!) hilkat garibesi çirkinliğindeki tadilatlarla gerçekleştirmiş. Ve hatırlatayım, Mübadele ertesi buraya iskân edilmiş olan ahali Makedonya ve Ada göçmenidir ki, tek tük yaşlılar hem Balkan, hem de Heraklit lisanını hâlâ konuşabiliyor.

EVET, berberin “Kürtlerle tutmayan maya”sı “siyaseten doğru” içerik taşımıyor. Belki ırkçılık değil ama, daha ilk bakışta buram buram bir “ötekileştirme” kokuyor. Ancak, riyakârlığa kaçan o “siyaseten doğru” retoriğe şimdi ben de uzak duracağım. Önce berberin, dolayısıyla da Ege insanlarının genel ruhiyatını anlamaya çalışacağım.

Haberin Devamı

VİCO, Maistre, Herder gibi “eski rejim” düşünürleri “Aydınlanma”ya karşı çıkmış oldukları için, sonradan icat edilmiş yelpazenin “sağ”ına yerleştirilirler. Lânetli sayılırlar. Oysa insani fıtrat, dolayısıyla beşeri uyum konusunda gayet ciddi tahlilleri vardır.
Hepsinin bir ortak noktasını da kasten şöyle özetleyeyim: “Evli evine, köylü köyüne”. Hayır, özünde asla ırkçı olmayan ve diğer uygarlıklara, diğer tarzlara, diğer imanlara saygıyı da ön plana çıkartan yukarıdaki “muhafazakarlar”ın burada kastettiği şey şudur:
Çok uzun ve çok çetrefil süreçler ertesinde oluşmuş farklı insan gruplarını zamanda ve mekânda “aynileştirmek” çabası kaosa yol açar ki, “ilâhi sürekliliği” tarumar eder.

KABUL, teoriyi göreceleştirmek gerekiyor ama doğruluk payı da inkâr edilebilir mi? Nitekim bugün yine aynı Batı’da, göçmen işçi yoğunluğu kendi hayat tarzını empoze edecek düzeye vardığından beri, aslında Vico’dan, Maistre’den, Herder’den hiç hazetmeyen “sol” (!) sosyologlar, aşılmasının tehlike yarattığı bir “tolerans sınırı”ndan söz eder oldular.
Zaten sorarım, Brüksel’de Türklerin oturduğu Schaerbeek semtinde; Paris’te Mağribi ve Afrikalıların yaşadığı kuzey banliyöde veya Amsterdam’da göçmenlerin çoğunluk olduğu Slotervaart mahallesinde, birkaç istisna hariç Belçikalı, Fransız yahut Hollandalı kaldı mı?
Nasıl Egeli berber “Doğulular gelirse biz gideriz” diyor, onlar da oralardan ayrıldılar. Çünkü Brükselliler kurban koçların banyoda kesilmesine; Parisliler başörtüsüz kızların sokakta ellenmesine ; Hollandalılar da esrarkeşlerin caddede bıçak dayamasına pes ettiler.

Haberin Devamı

BAŞTAN söyledim, bütün bunların “siyaset doğru” olmadığını tabii ki biliyorum. Fakat gerçekler inatçıdır! “Ayıp” olur diye o gerçekleri görmezden gelirsek, yani önce Egeli berberi anlamazsak, onun “ötekileştirme” dürtüsüne karşı sağlıklı çözüm üretemeyiz.
Çünkü ikna yöntemi geliştirebilmek için kendisine diğer inatçı gerçeği hatırlatmamız ve “ehlileşme süreci”nin (!) çok uzun bir zaman dilimine yayıldığını anlatmamız gerekiyor.
Nitekim şimdiki ahali Bozkırlı bile değil Makedon ve Ada asıllıyken, Rum evlerinin değerini ancak üç nesil geçtikten sonra kavramadı mı? Üşenmeyip taşla ve estetik biçimde onarmak varken, daha önce kolay, çirkin ve külüstür kerpiçle mimarinin canına okumadı mı?
Ve onlar geldiklerinde şayet Rumlar hâlâ orada olsaydı, bu defa da Helen kökenliler Kürtleri değil Türkleri kastederek, “Doğulularla mayamız tutmuyor” demeyecek miydi? Fakat tabii ki tüm bunlar, bugünkü “Doğulular”ın da “Ege hayat tarzı”na mümkün olan en kısa sürede uyum sağlaması ve “dağdan gelmiş bağdakini kovuyor” husumetini güçlendirecek bir “maya tutmazlığı”na ortam yaratmaması zorunluluğunu değiştirmiyor!

Yazarın Tüm Yazıları