Ege sorunu (II)

DAHA çocuktum, rahmetli Metin Toker her seçim arifesi Ege gezisine çıkardı.

Çok büyük ihtimalle de, oradan gazetesine aktarmış olduğu nabız yoklamaları sandık tarafından doğrulanırdı. Yani “geniş Ege”de kazanan parti Türkiye genelinde de kazanırdı.
Fakat artık bu kıstas yok! Çünkü ne böyle bir bölge, ne de böyle bir ülke var!
Dönüşüm dinamiği, durağan bir tarım toplumunu esas alan eski yöntemi geçersiz kıldı.
Kaldı ki, aynı ‘geniş Ege’yi bugün nasıl tanımlayabiliriz?

EVET nasıl tanımlayabiliriz, zira dev tarihçi Fernand Baraudel’in geçmişte ‘geniş Akdeniz’i belirlemek için yaptığı türden bir “etkileşim genellemesi”ne gidemeyiz.
Onun coğrafi ? kültürel alanı saptarken kıstas bellediği gibi, tencerede zeytinyağı yerine tereyağı kavruluyor ve kadehte şarap yerine bira içiliyor olmasını hudut addedemeyiz.
İkincisine zaten yabancıyız. Birincisi ise günümüzde hiçbir geçerlilik taşımıyor.
Karadan sahile göç, acılı kebap işte Çeşme rıhtımında bile kalamar tavaya fark atıyor.
Diğer taraftan reyonda marka seç, zeytinyağlı dolma Uşak mutfaklarında da sarılıyor.
Dolayısıyla, Ege bölgesini kesin bir çemberle kuşatacak kriterlerden yoksunuz.
Ama madem Braudel’in midevi sınırıyla başladım, o halde yarı şaka şunu söyleyeyim
“Geniş” değil de “dar” Ege “kumru”nun yendiği yerdir ve yenmediği yerde biter!

EFENDİM, kuş adının nedenini bilemiyorum ama aslında “hamburger kültürü”nün uzantısı olan bu “kumru” peynir, salam ve sosisle yapılmış bir tost cinsine tekabül ediyor.
Şimdiye dek ne tatmış, ne görmüştüm. Çanakkale’de rastladım ve aşağılarda da sürdü.
Dolayısıyla biz de varsayalım ki, esas olarak kıyı şeridinde ve etkilediği yörelerde tüketilen bu yeni icat sandviç “modern Ege”nin sınırını çizen ana unsuru oluşturuyor olsun!

KELİMEYİ kasten kullandım, zira sıfatın tüm çağrışım ve varyantlarıyla birlikte Ege bölgesi, belki birkaç istisna hariç bütün Türkiye’nin en modern toplumsal sathını oluşturuyor.
Evet, eğer sözcüğün hakkını veriyor ve onu genel anlamda “yenilikçilik”, felsefi bab’da “akılcılık”, imanî planda “laiklik”, hayat tarzında da “hürriyetçilik” olarak algılıyorsak; yani deyimin tarihi özünde yatan “Batılık”ı inkâr etmiyorsak, Ege sonsuz m-o-d-e-r-n-d-i-r!
Moderndir, çünkü meselâ ülkemizdeki en estetik kitle mimarisi İzmir civarlarında sıralanıyor. Trafik kurallarına harfiyen riayet eden taşıtlar da hep bölge plakası taşıyor.
Moderndir, çünkü örneğin iftar açmaya giden köy mütedeyyinleri bahçede rakı içen diğer köylüleri “afiyet olsun” diye selamlıyor. Onlar da “Allah kabul etsin” yanıtı veriyor.
Moderndir, çünkü hafif makyajla kapı zillerini çalan kadın postacılar tıpkı bakkallar, tıpkı benzinciler, tıpkı garsonlar, tıpkı balıkçılar gibi daima “efendim” diye hitap ediyor.
Moderndir, çünkü aynı balıkçılar cezadan korktukları için değil denizdeki ekolojik tarumarın bilincinde oldukları için, 1 Eylül önceci sandaldan çapari dahi atmıyor.
Ve benim de kesin tercihim olan bu modernite idealimdeki Türkiye’ye ayna tutuyor.

ANCAK, bütün bu olumlulukların yanı sıra yukarıdaki “derin” veya “modern” Ege aynı zamanda, yine aynı moderniteye eklemlenmiş olan olumsuzluk zaaflarını da barındırıyor.
Farklı hayat tarzlarına ve farklı dünya görüşlerine hoşgörü bir anda zıddına dönüşüyor.
Sonra değineceğim, aslında kısmen açıklanabilir bir tahammülsüzlük sarmalı iniyor.
Dolayısıyla otoritarist ideolojilerle flörte geçiliyor. Fetiş tabulardan medet umuluyor. Artı, en önce Ege’nin ait olduğu Batı’ya nefret dürtüsü kendini inkâr anlamına geliyor.
Zaten “Ege sorunu” da bu çelişkili ikileme odaklanıyor ki, “kumru” tosttu, değil ama yine emsalsiz Ege mahsulü şu ahtapot ızgarayı afiyetle bir bitireyim, konuya yarın geleceğim.
Yazarın Tüm Yazıları