Ege sorunu (I)

DİKKAT, başlıktaki “sorun” kelimesi sizi yanıltmasın! Çünkü belki birkaç gün sürecek olan bu makale dizisinde “Ege sorunu” deyince akla ilk gelen Ankara ?

Atina diplomatik uyuşmazlıklarına değinecek değilim. Yani ne karasuları sınırının saptanması, ne kıta sahanlığının paylaşılması, ne de yakın adaların silahsızlandırılması konularına gireceğim. Vardığımız aşamada bunlar ikincil kalıyor.

Dost ve kardeş Yunanistan’la mevcut pürüzler işte siga siga hallediliyor ve edilecek. Nitekim giderek olgunlaşan ve giderek ehlileşen iki taraf da üzerinde ot dahi bitmez bir kaya parçasına bayrak dikmek hırsıyla artık histerik savaş naraları atmıyor.

ÖTE yandan, yine başlıktaki “Ege” sözüne aldanıp “cinnet yılları”nda haykırdığım güftesi bizden, musikisi ise palikaryalardan aşıramento marşı hatırladığımı da sanmayın. Hani şu “Ege Denizi kararınca dağlar uykuya dalar / O karanlık ovalarda isyan ateşi yanar” diye başlayan; sonra “Ay ışığı jandarmanın süngüsünde parlıyor / Mahpus yoldaş pencereden bakıyor” diye devam eden ve, “Jandarma biz komünistiz, jandarma biz komünistiz, / Kurtuluşun bizimledir, elini uzatsana” nakaratını tekrarlayan “eski tüfek” marş vardır ya, işte onu kastediyorum.

NE hatırlaması, ben o defteri kapatalı bir ömür geçti. Zaten bet sesimi çoktan kıstım. Sayfayı yeniden açacak ve hançeremi tekrardan yırtacak kadar da mazoşist değilim. Kaldı ki ne Söke, ne Manisa, ne de Akhisar ovaları marşta tarif edildiği gibi karanlık!

Aksine, ışıl ışıl! Pırıl pırıl ve kıpır kıpır! Denizin yakamozu ta oraları bile yıkamış. Öyle “isyan ateşi” (!) falan ise hiç mi hiç yanmıyor. Bırakın Mao Efendi’nin buyurduğu gibi tek bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturmasını! Hepsi en modern sistemlerle ve gürül gürül sulanan bağlarda, bahçelerde, tarlalarda; artı, fabrikalarda, işletmelerde, hiper-marketlerde, “shopping center”larda en ufak bir yangın ihtimali belirse, bizzat yöre halkının derhal gönüllü itfaiyeciliğe koşacağı kesinlik arzediyor. Çünkü “eski tüfek” vaazın tam tersine, artık apaydınlık o ovalarda yanan yegâne ateşi daha çok huzur, daha çok refah ve daha çok zenginlik özlemi oluşturuyor ki, nokta!

BUNLARDAN eminim, zira sözümona tatil bahanesiyle iki hafta Ege’yi arşınladım. Refakatçimle birlikte Çanakkale’den, hatta tam huduttaki Trakya Enez’inden başlayıp ve kâh sahili yalayıp, kâh karayı yarıp, en uç Saros Körfezi’nden aşağı Aydın ovasına indik.

Ve hem kese meselesi, hem gözlemcilik tutkusu, Homeros denizinin öyle ahım şahım beldelerinde konaklamadık. Harcıâlem mıntıkaların yine harcıâlem yerleriyle yetindik. Üstelik koyların balıkçı kahvelerinde mazot fiyatlarına ilişkin sohbetlere daldım. Dağların köy berberlerinde Makedon asıllı muhacirlerin hâlâ konuştuğu dilleri dinledim.

Kır lokantası masalarında da gözlemedeki peynirin otları hakkında gevezelik yaptım. Kiliseden bozma camii avlularında ise merhumun ruhuna El Fatiha lokmalar tattım. Yani, kendi kendimi aldatmak bile olsa mümkün mertebe turistlikten uzak durmaya ve o emsalsiz güzellikteki Kuzey Ege’nin o emsalsiz iyilikteki insanlarını anlamaya çalıştım.

Çünkü aynı zamanda ve bilhassa, söz konusu balıkçıların giydiği ve CHP’nin dağıttığı “hayır” şiarlı kepleri; her yere tabela asmış “Atatürkçü Düşünce Dernekleri”nin sloganlarını; “Kürt” kelimesi telaffuz edilmeden utangaçça “Doğulu” diye sıfatlandırılan göçmenlere karşı duyulan hisleri; gezi teknelerinde yolcuların bayrak sallayarak söylediği “Onuncu Yıl” marşlarını da gözlemledim. Sonsuz bir dikkatle gözlemledim.

Ve dolayısıyla, aslında bizzat benim de kendi sorunum olan ve beşeri, ruhi ve iktisadi boyut içeren bir “Ege sorunu”nun varlığına tekrar kesin kanaat getirdim ki, yarın işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları