Paylaş
Ama hasmınızı her zaman siz seçemezsiniz!
* * *
ŞÖYLE ki, muhatabın da aynı duyguları paylaşması kaydıyla dost, ahbap, arkadaş belirlemek sadece ve sadece sizin kendi iradenize bağlıdır. Öznel bir tercihtir.
Zoraki ve oportünist olanlarını bir kenara bırakırsak, keyfinize, hissiyatınıza, meşrebinize veya moda tabirle “mood”unuza göre, o tercihi yalnız ve yalnız siz yaparsınız.
Sağ taraftaki mendebur suratlı komşudan hazetmediğiniz için selâm vermezsiniz.
Ama sol kapıdaki komşu sempatik geldiği için her rastlayışta eşik sohbetine dalarsınız.
Eğer karşı taraf da aynı iradeyi beyan ettiyse, şapur şupur öpüşmek için engel kalmaz.
Fakat hasımda, düşmanda, rakipte durum hiç mi hiç böyle değildir!
* * *
DEĞİLDİR, zira yukarıdaki “dostluk tercihi” ne denli sizin iradenize bağlıysa, her hangi bir muhatabın “düşmanlık tercihi” de aynı ölçüde sizden bağımsızdır.
Birincide etken, ikincide ise edilgen konumdasınızdır. Seçimi siz değil “o” yapmıştır.
Dolayısıyla, yine “o”nun nezdinde artık hasım kalmaya mahkumsunuzdur.
Sırf tipinize gıcık olan mahalle kabadayısıyla iş ya kavgada, ya karakolda biter.
Bu takdirde de, eğer söz konusu hasmanelik kişisel plandaysa yukarıdaki kavga, daha kolektif nitelikteyse de savaş strateji ve taktikleri üretmek zorunda kalırsınız.
Fakat dikkat, buradaki “savaş” sözcüğünü von Clausewitz’in öğretisi doğrultusunda, yani “savaş siyasetin uzantısıdır” anlamında kullanıyorum ki, aşağıda geleceğim.
* * *
İMDİİ, hepimiz biliyor ve görüyoruz ki, bugün varılan aşamada Kürt halkı için en büyük talihsizliği addettiğim PKK ve Apo genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni, özel olarak da AK Parti hükümetini düşman veya hasım olarak bellemiştir.
Zaten çeyrek yüzyılı aşkın bir süreden beri süren bu olgu nesnel ve soğuk bir vakıadır.
Yukarıda belirttiğim “tercihsizlik” perspektifinden bakıldığında da, söz konusu Cumhuriyet ve hükümet bunu edilgen ve gayr-ı iradi bir biçimde yaşamak durumundadır.
Hasmını seçmiş olan taraf Kürt örgütü ve onun lideridir ki, yapılacak bir şey yoktur!
* * *
ÖTE yandan, ben ne kadar “talihsizlik” addedersem addedeyim, o örgüt ve o lider de nesnel ve soğuk birer vakıadır.
Severiz veya nefret ederiz ama, eldeki “malzeme” (!) budur!
Yani, nasıl ki “o”nun beni “düşman” seçmiş olması benim irademden bağımsız bir olgudur, işte PKK’nın ve Apo’nun varlığı da aynen öyledir.
“Deli misiniz, niçin filanca makul kurumdaki falanca mutedil önderin peşinden gitmiyorsunuz” diyerek taraftar kitleleri başka doğrultuya yönlendirmek lüksüm yoktur.
Dolayısıyla işin özü nihayetinde, “ben”i savaş hasmı olarak seçmiş olan PKK’ya karşı benim de, “siyasetin uzantısı” olan o savaşın strateji ve taktiklerini doğru biçimde uygulamak noktasında düğümleniyor.
* * *
EVET, her devlet gibi kendisini ve paradigmasını savunmak zorunda olan TC devletinin de savaş strateji ve taktiklerini üretmesi son derece normaldir.
Kaldı ki, şimdilik aynı TC’nin kimlik inkarcısı politikaları bir kenara bırakarak söylüyorum, özellikle “açılım” hamlelerinden sonra, burada esas itibariyle bir “meşru müdafaa” söz konusudur.
Ancaak, eğer çeyrek yüzyıl sonra bile sizi “düşman” belleyene karşı aynı savaş sürüyorsa, bu takdirde ister istemez, “siyasetin uzantısı” olan o savaşın o strateji ve taktiklerinde yanlışlar ve eksikler var demektir.
Bunların ne olduğu konusunu yarın işleyeceğim.
Paylaş