UZUN açıklamalara girişecek değilim ama yine de şu kesin ki, Hıristiyan teolojideki düşmanlık kadar olmasa bile, İslamın da Museviliğe karşı önyargılar beslediği bir vakıadır.
Örneğin, sadece Máide sûresinin 55’den 60’a kadar olan áyetlerini okumak yeterlidir.
Ancak, Müslüman dogmadaki Yahudi husumeti, İsa Mesih’in kendi kavmi tarafından çarmıha gerilmesini asla affetmeyerek, tábir caizse "kuyruk acısı" çeken ve intikam güden o Hıristiyan alemdeki nefrete ulaşmadığı içindir ki, dışlamacılık da oradaki düzeye varmamıştır.
***
VARMAMIŞTIR ve Müslümanlıktaki Musevi karşıtlığı daha ziyade, kendilerini "seçilmiş halk" addeden İbramoğullarının diğer bütün inanç sahiplerine karşı, yine tábir caizse, "tepeden bakmasına" duyulan tepkiyle sınırlı kalır.
Dolayısıyla da, Muhammedi tarihte Avrupa tipi katliam ve pogromlarapek rastlanmaz.
Ve malûm, Dar-ül İslam’da yaşayan Davudi yıldız imanlıları, diğer bütün Kitap dinleri mensupları gibi, cizye vergisini ödeyerek zımmi statüsüyle donatılmışlardır.
Üstelik de aynı Museviler, Emevi, Endülüs veya Osmanlı gibi parlak Müslüman uygarlıklar altında, İsevi coğrafyayla karşılaştırılmayacak ölçüde ön plana çıkmışlardır.
Nitekim, engizisyon ertesi İmparatorluğumuza göç etmiş İberya Yahudileri ortadadır.
Pekii, hal böyleyken, yani İslam áleminde Batı tipi bir "antisemitizm" pek mevcut değilken, Türkiye dahil, Yahudi düşmanlığı Müslüman dünyada şimdi niçin yükselmiştir?
***
İLKİN, cevabı Türkiye’yle sınırlarsak, yukarıdaki nispeten "olumlu" tabloya rağmen, kolektif hafızamızda Musevi karşıtlığının her zaman olmuş olduğunu kabullenmemiz gerekir.
Ne Karagöz’deki "Bezirgán Yasef" tiplemesi, ne ağzımızdaki "ödlek Yahudi" aşağılaması, ne de dilimizdeki "havra yaygarası" deyimi, gökten zembille düşmüşlerdir.
Ancak, "popüler antisemitizm" diyebileceğimiz bu olgunun açıkça "dini" veçhe kazanması, çelişkili gözükecek ama, hem moderniteye, hem de modernite karşıtlığına uzanır.
Buradaki dönüm noktası da Türk milliyetçiliğinin doğum sancılarına odaklanır.
***
BUNA odaklanır, çünkü söz konusu milliyetçilik; yani "aydınlanma düşüncesi" ve pozitivizm İmparatorluk’a esas olarak Rumeli ve Rusya kökenli münevverler aracılığıyla; özellikle de, Musevi ve Dönmelerin faal olduğu Selánik mason locası vasıtasıyla girmiştir.
Böyle bir "laikleşme" de muhafazakar kesimde "Yahudi komplosu" addedilmiştir.
Çünkü, Batı karşıtı olmasına rağmen bizzat o kesim dahi, 19. yüzyıl boyunca aynı Batı’da geliştirilen ve tezlerini yine "Yahudi komplosu" ve "mason fesádı" ekseninde oluşturan "aydınlanma muhalifleri"nden dolaylı biçimde ve önemli ölçüde etkilenmiştir.
Artı, kapitülasyonların Avrupa Yahudi sermayesiyle özdeşleştirilmesi; Musevi kökenli Baron Hirsch’in Şark Ekspresi demiryolunun inşasında vurgun vurması; Teodor Hertz’in Filistin’de Yahudi yurdu kurmak talebinin 2. Abdülhamit dönemine raslaması; o 2.Abdülhamit’i 1909 Nisan’ında halleden heyete İttihatçı liderlerden Emmanuel Karasu Paşa’nın dahil edilmesi, "İslami taban"deki yeni "antisemitizm"in tohumlarını ekmiştir.
Giderek de, zaten varolan popüler antisemitizm bir "softa geleneği"ne dönüşmüştür.
Ve, Necip Fazıl’lar dahil "dindar intelligentisia"yı ciddi ölçüde etkileyen bu gelenek bir de, bugünkü "ulusalcı" şarlatanların mirasını devraldığı ve Rıza Nur’dan Nihal Atsız’a uzanan "laik" (!) ve ırkçı, Batı tipi "antisemitizm"le de dirsek teması içinde olmuştur.
***
AMA bunlara rağmen ülkemizdeki "dini" veçheli Yahudi düşmanlığı özünde ithaldir.
Hitler etkisi çok ikincildir ve esas olarak 1948 İsrail’ine, háttá 1967 Savaşı’na uzanır.
Bu önemli konuyu yarın Yahudi kimliği çerçevesine oturtarak ele alacağım.