KARL Marx bir yana, kabuğunu beğenmeyen civciv misali, "sol"un içinden çıkmış olduğu özgürlükçü ve liberal gelenekten kopması, esas olarak Ferdinand Lasalle’ye uzanır.
O Lasalle ki, 1860’lı ve 1870’li yıllarda Alman Sosyal Demokrat Partisini oluşturacak olan ve dolayısıyla da tüm dünya "sol"una cidden damga vuran bir nüveye öncülük etmiştir.
Ve, Saksonyalı aktivistin liberalizm düşmanlığı en zirve noktaya ulaşmıştır.
Hayati unsuru da, "üstád" bellediği Hegel’in devlet teorisini baş tácı etmesi oluşturur.
Başka bir deyişle, aslında "sağ" ve muhafazakar bir Bismarck Prusya’sına payanda oluşturan "ideal devlet" ideolojisi, yukarıdaki virajla birlikte "sol"a da musallat olmuştur.
Zaten bundan sonrasını açıklamak ve işi bizim "Ergenekon"a vardırmak kolaylaşıyor.
***
ÖYLE, zira ilkin, devlet son tahlilde insanlık için "amaç" değil, ancak bir "araç"tır.
Oysa siz o devleti kutsallaştırırve siyaset felsefe ve pratiğini de aynı "mukaddesat"la donatırsanız, en önce "sağ" ve "sol" kavramları muğlaklık kazanır. İçeriğinden boşalırlar.
Çünkü, somut insan unsurunu değil soyut bir devlet kavramını "ideal" bellediğinize göre, hangi kıstas, ölçek ve parametrelere göre "solcu" veya "solcu" olabilirsiniz?
Ne biri yekdiğerinden daha az yahut daha fazla değer taşır, ne de daha hümanist olur.
***
AMA en önemlisi, her ikisinin de "aşırı"sında varılacak olan nokta totalitarizmdir.
Nitekim, bu mutlakçı anlayış káh Mussolini veya Hitler’in "sağ" denilen faşizminde; káh da Lenin yahut Stalin’in "sol" addedilen komünizminde hayat bulur.
Oysa, her ikisinin de karakteri ö-z itibariyle bir bütündür. Aynı yolun yolcusudurlar.
Zira, biri gibi diğeri de, "birey yurttaş" yerine "kolektif kitle"yi kendisine tábi kılacak olan bir "total", bir "kapsamcı", bir "içselleştirici" devlet kavramını benimsemiştir.
Üstelik, pragmatik zorunluluklardan dolayı pek uygulanmamış olsa dahi, o "sağcı" faşizm de tıpkı "solcu" komünizm gibi,esas "kitábi proje"sinde, liberal özgürlükçülüğün maddi altyapısını oluşturan piyasa ekonomisini reddeder. Burjuvaziye "diş biler".
Dolayısıyla da, aslında aynı zihin rendesinde yontulmuş olan insanların ve militanların birinden ötekine geçişi sonsuz kolay, sonsuz çabuk ve sonsuz "pürüzsüz" gerçekleşir.
***
EVET evet, zaten böylesine sonsuz çabuk, kolay ve pürüzsüz gerçekleştiği içindir ki, Türkiye’de ortaya çıkmış olan bugünkü tablo ne bir sürpriz, ne de bir "yenilik" oluşturuyor.
Yani, dün en "kızıl komünist" geçinen "karanlıkçı Maocular"dan; yine dün en anti-komünist bilinen "JİTEM"cilere, şimdiki "ulusalcı - neo-ittihatçı" taifenin "Ergenekon" çatısı altında buluşması maddenin tabiatına son derece uygun bir seyir izliyor. Cukka oturuyor
Eh, bizimkilerden zaten haydi haydi çoook ve faşizme ve Nazizme kapak atmadan, hátta onların kurucusu olmadan önce, bir İtalyan Mussolini; bir Alman Strasser biraderler; bir Fransız Druot veya bir Belçikalı Deman falan, kimdiler ki?
***
TABİİ ki, sosyalist ve komünist partiler içindeki en "sol" kanadı temsil ediyordular.
Oysa, "kızıl milis" olarak burjuva döverken, bir çırpıda, bu defa "karagömlekli" olarak yine o burjuvazinin demokratik kurumlarına karşı kendi "Ergenekon"larını kurdular.
Yahut aksi yönde, Doğu Almanya resmileştiği an, eski Naziler derhal yeni rejime adapte oldular. Orta - alt kadroları sağladılar ve "Gestapo"dan "Stasi" polisine geçtiler.
Yani, "ulusalcı - neo-ittihatçı" taifenin ağababaları, eninde sonunda totalitarizme varması mukadder olan ve liberal özgürlükçülüğün zıt kutbunda yer alan "devlet fetişizmi"nden mustarip oldukları için, birinden ötekisine sıçramakta bizimkilerine yol gösterdiler.
O illet yolun "sağ"da ve "sol"da nereye götürdüğünü ise hepimiz biliyoruz.