Paylaş
Tamam da bunda şaşılacak ne var? Kim, niçin, neyi yadırgıyor?
Başka ne bekleniyordu ki? Ne beklenebilirdi ki?
Ötesi, bunda gocunacak, üzülecek, hayıflanacak, panikleyecek bir şey mi mevcut?
Tabii ki hayır!
* * *
HAYIR, çünkü aslında gelişmeler sonsuz doğal bir seyir izliyor.
Tarihin çarkı genel rotaya uygun bir doğrultuda dönüyor.
Denizler dalgalanmadan durulmaz, Türkiye bugün, kozmos bir uyuma ulaşmadan önce katedilmesi zorunlu olan kaos çalkantılardan geçiyor ki bundan ancak sevinç duyabiliriz.
* * *
ÖYLE, zira ülkemizdeki toplumsal dönüşümünün güllük gülistanlık bir ortamda mı gerçekleşeceği sanılıyordu? Boş hayaller ve kof iyimserlikler peşinde koşanlar mı vardı?
Yoksa köhne, bağnaz ve muhteris statükonun demokratik ve sivil dinamiklere “buyur yenisini kur, helâl-i hak olsun” diye paşa paşa anahtar teslim edeceği mi
umuluyordu?
Asla!
* * *
ASLA ve belki birkaç istisna hariç hiçbir egemen sınıf, kesim, rejim, lonca, vs. tarihte hiçbir zaman, sahip olduğu iktidarı ve ayrıcalıkları gönül rızasıyla terk etmemiştir. Etmez de!
O egemenler ki Türkiye’de zaten hanidir yaptıkları gibi, kâh “Ergenekon” çetesiyle, kâh “Kafes” planıyla, kâh “ıslak imza” kumpasıyla, kâh Yüksek Yargı tarafgirliğiyle, kâh da “âdi Başbakan” rezilliğiyle sonuna dek direnirler. “Balyoz” indirmek için fırsat beklerler.
Ancaak, söz konusu “balyoz”u sallamaya yeltenen kolu havada yakalayıp “hop dedik” diyebilmek cesaretini gösterdiğiniz an, ortalık birden karışır. Kaos belirginlik kazanır.
Çünkü, her “höt” deyişinde etrafı süt liman kestirmeye alışmış statüko müthiş şaşırır.
Onun idari ve fikri ekseninden beslenen bilumum güçler de şaşırırlar. Artı, paniklerler.
Ötesi, hem sistemin ideolojik şartlandırmasından, hem tevekkül kültürünün etkisinden dolayı mevcut paradigmayı mukadderat olarak kabullenmiş olan kitleler de hayrete düşer.
Hatta ricata geçmiş o statükonun yürüttüğü “kurumlar yıpratılıyor”, “ülke batıyor”, “vatan gidiyor” cinsinden dezenformasyon, aynı kitlelerdeki yadırgama dürtüsünü pekiştirir.
Oysa çaresi yok, şu an yaşadığımız kaos kaçınılmazdır, zira mücadele kaçınılmazdır!
* * *
KAÇINILMAZDIR ama bizim tarihimizde de bu tür örnekler sıfıra yakındır!
Çünkü modernleşme sürecinde Türkiye toplumu asla “kendisi için” kolları sıvamadı.
Her “hak” yönetici elitler tarafından ve onların öngördüğü ölçüde halka bahşedildi.
İnkâr eden çarpılır, Cumhuriyet de öyledir, laiklik de öyledir, kadın hakları da öyledir!
Artı, San Francisco Konferansı’na katılabilmek için çoğulcu rejime geçişimiz veya Soğuk Savaş ilişkileri onu gerektirdiği için sendikal özgürlükler elde etmemiz de öyledir.
Şu kesin, bizim zaten olmayan burjuvalarımız ne 1830 veya 1848’in Batı kentsoyluları gibi eski statükoya karşı barikat kurdular; ne de bizim yine olmayan proleterlerimiz aynı Batı’nın işçileri gibi madenlerde, fabrikalarda, üzinalarda genel grev ölümlerine yattılar.
Dolayısıyla da biz, sivil yurttaşın omuzladığı sosyo-politik mücadelelere alışık değiliz.
Kaotik bir hercümerç yaşanmadan kozmos uyuma geçilemeyeceğini; eski statükoya hesap sorulmadan yenisinin kurulamayacağını, yani denizler dalgalanmadan suların durulmayacağını, bugüne dek hiçbir tarihsel tecrübede ve hiçbir kolektif emsalde öğrenmedik.
Ama müjde işte artık öğreniyoruz ki kafamızı “balyoz”un altına uzatmak kaderciliğini terkettiğimiz gibi, onu indirmeye yeltenen eli de havada yakalamaya cesaret edebiliyoruz.
Paylaş