Paylaş
TABİİ ki ‘baba’, ‘beybaba’, ‘şambaba’ falan diyecek değilim ama yine de onca yıllık kariyerinde Süleyman Demirel'e belki ilk kez biraz sempati duydum.
Baksanıza, dünkü ‘Hürriyet’teki habere göre, legal başbakan, 12 Eylül 1980 sabahı kendisini Hamzaköy'de oda hapsine alan komutanın ‘darbe iyi olmuştur beyanında bulunursanız buradan çıkmanız kolaylaşır’ teklifini, ‘böyle bir şey söylemektense ömür boyu kalmayı tercih ederim’ karşılığıyla geri çevirmiş.
Pardesüsünü de sinirle koltuğun üzerine fırlatmış...
Eh, bu bile bir şeydir !
Askeri kamera karşısında ‘Allah devlete millete zeval vermesin, cümlemize hayırlı olsun’ diye de konuşabilir ve pardesüsünü portmantoya asabilirdi.
Yalanım yok, geç de olsa Süleyman Demirel az biraz gözüme girdi...
* * *
EĞER Türkiye'de bir gün demokratik rejimin zaafları tarihi yazılacaksa, bunun ilk paragraflarından birine sivillerin, bilhassa da politikacıların darbeler karşısındaki teslimiyetçi tutumunu zikretmek gerekecektir.
Zira onlar, maceraperest Aydemir'in teğmenleri Ankara bulvarlarında kurşun sıkarken radyo mikrofonundan ‘Talat’ın iki buçuk adamının peşine takılmayın' çağrısını yapmış olan İnönü hariç, askeri müdahelelere direnmeyen kaderci ve uzlaşmacı tavırlarıyla tam kırk senedir bir bütün olarak sınıfta kaldılar.
Hatırlayın, 27 Mayıs 1960 ‘sanıkları’ (!) Yassıada'ya çıkartıldıklarında, meşruiyetlerini haykırarak mahkemeyi bir karşı - yargı forumuna dönüştürmek yerine, kendilerini hayasızca aşağılayan despot bir hakim önünde, ‘öyle buyuruyorsanız, öyledir beyefendi’ diye el pençe divan durmamışlar mıydı ?
12 Mart 1971'de, başta, o vakit pardesüsünü değil de şapkasını alıp giden Demirel, siyaset sınıfının büyük çoğunluğu neredeyse generaller muhtırasının mürekkebini papyebüvarla kurutmak için boy sırasına dizilmemiş miydi ?
Ve aynı siyaset sınıfı 12 Eylül 1980'de belki kendisinden istendiği gibi ‘cümlemize hayırlı, uğurlu olsun’ diye televizyona çıkıp ‘Netekim Paşa’ya övgü düzmemişti ama, dişe dokunur tek bir direnişi göze alabilen olmuş muydu ?
28 Şubat post modern darbesinin yorumunu ise takdirinize bırakıyorum...
* * *
TÜRKİYE politikacılarının rejimi kesintiye uğratan açık-gizli müdahaleler karşısında böylesine pasif davranması iki temel nedenden kaynaklanıyor:
Bir; velev ki iki yanlış asla bir doğru yapmasın ve tabiatıyla da 20. yılı idrak edilen 12 Eylül 1980 dahil hiçbir militarist darbe sivil aymazlığa çare oluşturmasın, politikacılarımız araba devrilmeden önce sergiledikleri gafletin söz konusu darbelere çanak tutmuş olduğunu bal gibi farkediyorlar.
Dolayısıyla, hem bu ‘suçluluk kompleksi’nden, hem de okka altına gitmek ödlekliğinden hemen hazırola geçiyor ve ‘alçak profil’ takınıyorlar.
Başka bir deyişle, klasik şark kurnazlığına başvurarak, fırtınanın dinmesi ve nöbetin yine kendilerine gelmesi için zamana aşımına umut bağlıyorlar.
İki; demokrasi kültürünü yeterince özümsememiş bizim politikacılar aynı kültürün parçası olan sivil direniş namusundan ve cesaretinden de yoksunlar.
Hapis ve sürgün de dahil müdaheleye direndikleri takdirde darbecilerin kendilerine ‘vatan haini’ damgası vurmasından ve muhtemelen hayatlarını Avrupa şehirlerinde taksi şöförlüğü yaparak kazanmak zorunda kalmaktan korkuyorlar da, Albaylar Cuntası'na karşı Paris'te mücadele veren Karamanlis'in aynı dönemde geleceğin demokratik Yunanistan'ına AB zemini hazırlayarak ülkesine bir ‘vatan kahramanı’ olarak dönmesinden veya, Franco ve Salazar rejimleriyle uzlaşmayan İspanyol ve Portekizli siyasetçilerin şimdi saygın iktidar koltuklarında oturmasından cesaret almıyorlar. Ya da almak işlerine gelmiyor.
Ama yine de neyse, yirmi yıl önce oda hapsine giren Demirel pardesüsünü koltuğun üzerine sinirlenerek atmış ya, bu bile hiç yoktan iyidir...
Paylaş