İKİ pazardır anlattığım gibi, en ceberrut Prusya kışlası nizamnamesine taş çıkartan apartman yönetmeliğim, kedi - köpek türü evcil hayvan beslemeyi yasaklıyor.
Diğer yandan ise ben, yasağı kısmen delebilecek o kanarya - papağan cinsi kafes kuşlarına karşı en bir ufak sempati duymuyorum.
Dolayısıyla, çık çıkabilirsen işin içinden, ‘yalnızlık yoldaşı’ olarak hangi canlıyı edinebileceğime bir türlü karar veremiyorum.
Ama sonra, o kararı aniden verdim.
Böyle giderse soğuk musalla taşına uzanana dek bağrıma tek hayvan olarak hep bir o kadar soğuk yılan basmaya devam edeceğim, kasten avaz avaz rock müzik çaldığım bir cumartesi sabahı evden fırlayıverdim.
Balık istiyorum!
*
EVET evet, hani o akvaryumların içinde beslenen ve ‘süs balığı’ denilen yaratıklar var ya, işte onlardan almaya gittim.
Kabul, anladığım bir şey değil! Fakat bunun anlaması ne olacak ki?
Öyle, parmağımı suyun içine daldırdığım an vahşi dişlerini etime geçirecek bir Amazonya ‘piranha’sı gibi ‘egzotika’ mahlûkátında gözüm yok.
Altı üstü, çocukluk berberim Hamdi Efendi’nin tüm dükkanını bezemiş olduğu akvaryumlarda yüzüp duran o harcıalem balıklardan tek bir taneciğini edineceğim.
Üstelik, benim alacağım o akvaryumun da regülatörlü su tesisatıyla, termometreli sıvı ısıtıcıyla veya yapmacıklı mağara dekoruyla donanmasını falan istemiyorum.
Haniyse, sürahiden biraz büyük bir cam kavanoz bile yeter. Üstelik, her halde de insanın başına fazla bir dert açmaz.
Evet, inkár etmiyorum, balıkta karar verişimin arkasında biraz da bu ‘kolayına kaçmak’ gerekçesi yatıyor.
Eh, köpek değil ki çişini, kakasını, egzersizini yapsın diye günde bilmem kaç kaç kaç defa elinde tasma, dışarıya çıkacaksın.
İllá ve illá taze mamasını talep edecek kedi ise hiç değil?
Sıvı sathına birkaç yem tanesi atarsın, işte ömrü billah yeter.
Kazaen unutuldu veya hafta sonu kaçamağı nedeniyle tayın vakti gecikti, bu durumda da hemen ölüvereceğini sanmıyorum.
Velev ki öyle oldu, altı üstü bir balık, insan; en azından ben, solungaçlı yaratığa yukarıdaki iki memeli hayvana bağlanacağı türden bir hissiyatla bağlanmaz.
Mortoyu çekip suyun üzerinde kuyruğu titrettiği takdirde, o kuyruğundan tutup çöp tenekesine attığın gibi, hálá canın çok istiyorsa, git bir başkasını al!
Arkasından hüngür hüngür ağlayıp mezar taşı dikecek değilim ya!
*
Sonracığıma, pek çok yerde okumuşluğum var, akvaryumdaki balıklar insanı ruhen rahatlatıyormuş.
Hatta, psikanalitik tedavilerde dahi kullanıldığını biliyorum.
Ve yine inkár edecek değilim, Fernando Pessao’nun ‘Sukûnetsizlik’ deyimine tıpatıp uyan ve hiç durmadan O’nun çağdaşı Ahmet Hamdi Tanpınar Usta’nın ‘Huzur’unu arayan benim gibi birisi için, böyle bir ‘tedavi’ (!) belki iyi gelebilir.
Avaz avaz rock müziklerin yerine bir Chopin noktürnü veya bir Satie süviti dinle; sonra elinde kadehle kanepeye uzanarak da, loşlaştırılmış ışıkların arkasından, balığın ‘huzur’ içinde yüzdüğü akvaryuma bakarak ‘sukûnetsizlik’lerden sıyrıl, kaç, kurtul, arın!
Şimdi bütün umudum, bütün ‘huzur’ arayışım; bütün ‘sukûnetsizlik’ ilacım, dükkancının musluktan doldurduğu suyla, sefil bir naylon torba içinde elime tutuşturduğu küçük süs balığıyla; kırılmasın diye bagaj yerine otomobilin arka koltuğuna yerleştirdiğim, kavanozdan az biraz büyükçe akvaryumdadır!
*
UMUDUM da, arayışım da, ilacım da o suya düştü.
Bana göre değil!
Akvaryumu doldurdum, balığı koydum ve ‘huşu’ (!)içinde bakarak Chopin’i dinledim ama, yakamozda ne yıkandım, ne yüzdüm, ne de pırıldadım!
‘Huzur’un indiği ve ‘sukûnetsizlik’in gittiği falan yok!
Suyun içindeki sopsoğuk ve duygusuz bir yaratık bana sıcaklık ve hissiyat elektronları gönderemiyor.
Veya, benim antenlerim bunları algılamaktan aciz.
Her halükárda kesinkes anladım ki, akvaryumdaki balık da benim ‘yalnızlık yoldaş’ım bir evcil hayvan olamaz!
Peki hangisi olabilir ve niçin ‘çok çocuklu aile babası’na dönüştüm?