DÜNYA özgürlükçüleri olarak önceki gün, sonsuz buruk bir hüzünle, Çin "demokrasi baharı"nın yirminci yıldönümünü idrak ettik.
Hani, Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda tankın önüne yatmış protestocu imajıyla insanlık hafızasına nakşedilen ve çok muhtemelen yüzlerceye varan rakam "devlet sırrı" addedildiği için ölü sayısını hálá tam bilemediğimiz korkunç bir katliamla noktalanan şu meşum "kara bahar" var ya, işte onu kastediyorum.
Aşağıda aktaracağım ve o sıra yaşadığım Brüksel’den yazmış olduğum makaleyi ise ben olayın sıcağı sıcağına, 11 Haziran 1989 tarihli "Cumhuriyet" gazetesinde yayınlamıştım.
***
GENÇTİK ve Bertolucci’nin isyana dair filmi "Çin Yakındır" başlığını taşırdı.
Çin yakındı, çünkü biz asiydik. Dürüsttük ve naiftik.
Kültürlerden, "yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın" diyenini seçtik. Yalana inandık.
Altmışlı yılların ikinci yarısında Çin’de olanları isyan sandık (iktidarı elinde tutmak için Mao’nun dehşet bir kıyam olarak dayattığı "Büyük Kültür Devrimi" (!)kastediliyor).
Kolektif kalabalıkları demokrasi, totalitarizmleri özgürlük, despotları kurtuluş belledik.
Put kıracağız diye "Büyük Birader" putlara tapındık. Uysallaştık.
Bizim adımıza ötekilerin düşünmesine boyun eğdik. İtaat ettik.
Suç ortağı olduk ve yüz çiçek koparttık, yüz fikir körelttik.
Çin artık uzak olduğundan da, dürüstlüğümüzden ve naifliğimizden çok şeyler yitirdik.
***
OYSA Çin şimdi yine çok yakın.
Bu Pazar, (5 Haziran 1989 kastediliyor) bana gençliğimde hiç olmadığı kadar yakındı.
(...) Öğlen haberlerinde Pekin’deki katliamı öğrendim. Radyo, Brüksel’deki Çinli öğrencilerin elçilik önünde gösteri yapmaya hazırlandıklarını duyurdu. Hışımla giyindim.
Sefaret binasına vardığımda, yüzlerce insan birikmişti. Ezici çoğunluğu Çinliydi.
Öfkeli bile değil, hüzünlüydüler. Ellerinde Çince, İngilizce, Fransızca, Felemenkçe pankartlar vardı. Başlarına, Asya’nın matem rengi olan beyaz tülbentler bağlamışlardı.
Megafonla, Belçikalıları Çin’deki demokratik hareketle dayanışmaya, Halk Kurtuluş Ordusu’nun "halkı kurtarmak" (!) gerçekleştirdiği katliamı lanetlemeye çağırıyorlardı.
Elçiliğin açılmayan kapısına, yine matem rengi beyaz karanfiller bırakıldı.(...)
***
GÖSTERİDEKİ tek tük Avrupalılar arasında bir iki tanıdığa rastladım.
Eski dürüst ve naiflerdendiler. Puta tapınmış olanlardandılar. Suç ortaklarındandılar.
Utançla selámlaştık.
Sanki, elçilik önündeki protestocu kalabalığı bizden hesap soracakmış gibi geldi.
Sanki, Tiananmen Meydanı’nda kopartılan yüz çiçeğin ve köreltilen yüz fikrin faturası bize çıkartılacakmış gibi geldi. Gerilerde kaldık. Görünmemeye çalıştık.
Ama yine de, Çin bize çok yakındı. Gençliğimizde hiç olmadığı kadar yakındı.
Çünkü cumartesi günü (katliamın gerçekleştiği 4 Haziran 1989 kastediliyor) Tiananmen Meydanı’nda bizi son defa kurşuna dizdiler.
Pazar günü ise Brüksel’deki Çin sefaretinin önünde kendimize mevlit okuttuk.
Tiananmen Meydanı’nın hesabını verdik. Ödeştik.
Artık kopartılacak çiçeğimiz yok! Kalmadı.
Son çiçekler elçilik kapısına bırakılan beyaz matem karanfilleridir ve Çin yakındır!
***
DEDİĞİM gibi, bu yazı tamı tamına yirmi yıl önce yazıldı ve yayınlandı.
Tekrar imzalıyorum ve "dönek" (!) miyim, değil miyim, vicdanınıza bırakıyorum.