Çevrecilik mi, züppelik mi?

Militan çevreciler için tarikát kelimesini kasten kullanıyorum. Çünkü bana sorarsanız, emniyet supabı ve mecburi belá işlevi bir yana, militan çevrecilik öz itibariyle tarikát; daha doğrusu, Hıristiyan teolojideki sekt özellikleriyle ön plana çıkıyor.

Çevrecilere, yahut daha evrensel tanımıyla ekolojistlere tabii ki karşı değilim.

Onların varlığını bir "emniyet supabı" veya zorunlu bir "belá" (!) olarak görüyorum.

Eh serde diyalektisyenlik var ya, burada da "tez-antitez-sentez" hesabı yapıyorum.

Başka bir deyişle, ekolojistleri, sanayi ve sanayi ötesi toplumların tüketim aşırılıklarını törpülemek açısından, bu genel eğilimin tam zıddında yer alan diğer bir aşırılık addediyorum.

İkisinin ortalamasından doğan bir "orta yol" var ki, işte benimkisini oluşturuyor.

Ancaak?

Ancağı şu ki, her şeyden önce ve kendi hesabıma, "militan çevreci" bir diskur çekmek ve de bilhassa böyle bir hayat tarzını benimsemek, asla ve asla söz konusu olamaz.

Allah yazdıysa bozsun!

Ben ki, estetik kıstaslarımdan dolayı otomobil direksiyonuna dahi ancak "pekari" denilen ve soyu tükendiği iddia edilen Güney Afrika hayvanının nádide derisinden eldivenle değme "züppelik"inden (!) taviz vermiyorum, ekolojik açıdan büyük "günáhkar"ım (!)

Egzoz dumanıyla etrafı zehirlemeyeyim diye de, Brezilya şekerkamışından üretilen "biyolojik yakıtı" kullanmak için, gelecekte karbüratör sistemi değiştirmeyi düşünmüyorum.

Hele hele, aklımı peynir ekmekle yemedim, tabanvaya kuvvet, ana baba günü trafikte bisiklet pedalı çevirmeye kalkışarak hayatımı tehlikeye atacak değilim.

Daha neler, bari sırtıma, tohumu toprağa gübresiz ekildiği; boyasına kimyasal madde karıştırılmadığı ve Bangladeş’in el tezgáhında işlendiği için pek bir "ekolojik" (!) addedilen o kaba mı kaba Hint kenevirinden bir gocuk geçireyim de, tam irşáda ereyim.

Eh, kafama da Peru lamalarının yününden örülmüş bir kukuleta takarım.

Ve tabii bu takdirde de, bisikleti köşebaşında durduktan sonra aháliye ilkin, "Kuzey Kutbu’ndaki yavru fok balıklarının Norveçli cániler tarafından katledilmesine hayır" diyen "Greenpeace" bildirisi dağıtır ve ardından, "Hara Krişna, Hara Krişna" diye anıracağım bir Tibet tarikátı mensuplarının yanına giderim.

Evet, "tarikát" kelimesini kasten kullandım.

Çünkü bana sorarsanız, yukarıdaki "emniyet supabı" ve "mecburi belá" işlevi bir yana, "militan çevrecilik" öz itibariyle tarikát; daha doğrusu, Hıristiyan teolojideki "sekt" özellikleriyle ön plana çıkıyor.

Artı, aslında, karşı olduğunu söylediği "tüketim toplumları"nın bütün "şımarıklığını" ve bütün "lüks"ünü yansıtıyor.

Dolayısıyla da, benim "pekari" derisinden otomobil eldiveni kullanarak sergilediğim "züppelik" (!), dogmatik ekolojistlerin z-ü-p-p-e-l-i-ğ-i yanında, solda sıfır kalıyor.

Nitekim, bir ekonomi dergisi açın ve istatistikleri bir inceleyin bakalım.

Dünya tahıl fiyatlarının bu yıl son derece yükselmesi ve dolayısıyla da Çin’den Maçin’e fakirlerin gıda harcamalarına daha çok para ayırmak zorunda kalması, yukarıdaki Brezilya’da şekerkamışından veya aşağıdaki Patagonya’da osuruk otundan imál edilen o "biyolojik yakıtlar"ın şimdi pek bir "moda"ya (!) dönüşmesinden kaynaklanmıyor mu?

Yahut, söz konusu Bangladeşli köylüye bir sorun bakalım.

Eğer Hint kenevirini gübreli tarlaya ekecek ve mekanik tezgáhta işleyecek imkánı bulsa, acaba Batılı ekolojistlerin "Aman ne iyi yapıyorsun ve çevreyi kirletmiyorsun" diyen kurusıkı nutkunu mu dinlerdi, yoksa refah seviyesini yükseltebilmek için derhal sanayi üretimine mi geçerdi?

Sonra tekrar inceleyin bakalım, söz konusu Hint, Çin, Brezilya falan aynı ekolojistlerin "genetiği değiştirilmiş tohuma hayır" sloganına bir nebze itibar ediyor mu?

EKOLOJİK ŞIMARIKLIK

Yoksa tam tersine, insanlarının karnını doyurabilmek ve mümkünse de ihracat yaparak döviz kazanabilmek için, buğdayını da, mısırını da, pirincini de, soyasını da hep yeni biyoteknolojilerin imkánlarından yararlanmaya çalışarak mı ekiyor?

Bırakın onları ciddiye almayı, söz konusu ülkelerin araştırma laboratuvarları belki de bir tek bu konuda sanayi toplumlarını aşacak ölçüde fayrap çalıştırılmıyor mu?

Bütün durumlarda cevap tabii ki hep ikincisidir. Çünkü hayatın nesnel gerçeği "çevreci tarikatlar"ın işkembe-i kübrádan attığı "sihirli formüller"le bağdaşmamaktadır.

Ancak yine de en başta dediğim gibi, ekolojist tekkelerin züppeliği ifráda ve tefride vardırmasını bir dereceye kadar hoş karşılıyorum, çünkü bu sayede sanayi ve sanayi ötesi toplumlarındaki diğer ifrát ve tefridin dizginlenebildiğine inanıyorum.

Fakaat, aynı ekolojistlerin şimdilerde pek "moda" (!) kıldığı başka bir nokta daha var ki, işte orada cinlerim tamamen başıma tırmanıyor. Öfkemden, burnumdan soluyorum.

Dobra dobra söyleyeceğim, buradaki şımarıklık karşısında ne hoşgörü açım, ne diyalektik yöntemim para ediyor.

Çevreci dogmatikleri kör testereyle kıtır kıtır kesesim geliyor.

Yine biyolojikten kısaltma "biyogıda" denilen herzeyi ve herzeleri kastettim ki, buna ilişkin "hiddet manifesto"mu gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları