DEDİK ki, Rusya insanlık tarihinde hiç durmadan genişlemiş en yayılmacı devlettir.
Ve, yukarıdaki süreç Kiev prensliğinin kurulduğu 880 yılından beri devam etmektedir.
Artı, kim iktidar olursa olsun ve hangi ideoloji hüküm sürerse sürsün, daima başka halkları boyunduruk altına alarak gerçekleşen bu emperyalist politika hiç değişmemiştir.
Nitekim, Gürcistan topraklarının kısmi işgali ve ülke bütünlüğünün fiili bölünmesiyle noktalanan son "vukuat" da söz konusu tarihi "refleks"in (!) uzantısını oluşturmaktadır.
***
ANCAK, bütün bunlara ámenna da, mümkün mertebe nesnel ve tarafsız bir tahlil yapabilmek için madalyonun diğer yüzünü de görmemiz gerekiyor.
Aksi takdirde, "haksızlık" gibi ahlakiyatçı bir kelime kullanmasak dahi, en azından bazı tarihi ve toplumsal gerçekleri hafife almış oluruz.
O halde, birinci noktadan, yani "milli sınırlar" konusundan başlayalım.
***
İLK olarak, SSCB’nin çöküşü ertesinde birer ulus-devlete dönüşen; daha doğrusu dönüşmek iradesini yansıtan ülkelerden hemen hiçbiri "tarihi hudutlar"a sahip değildir.
Geçmişten süzülen ve az - çok yerleşiklik kazanmış olan bir "satıh kesinliği" yoktur.
Etnik açıdan da yoktur, dini açıdan da yoktur. "Milli" açıdan ise hiç yoktur!
Çünkü, bir kaç istisna hariç, Sovyet coğrafyasında birer "cumhuriyet" olan ve bugün uluslararası sahneye çıkan ülkelerin ezici çoğunluğu ne o klasik ulus-devlet sürecinden geçmiştir; ne de, genelde aynı sürece koşut seyir izleyen "milli bilinç"le donanmıştır.
Yine söz konusu istisnalar hariç, şimdi göz çıkartan ve esas itibariyle de "mikro milliyetçi" ve "kavmiyetçi" yönü ağır basan bu "bilinç" (!) çok sonradan ortaya çıkmıştır.
***
ÖYLE ve bugün "kurucu mitos" olarak kullanılan "edebiyat"ı ciddiye almayalım.
Bunlar tarihi değiştiremezler ve birer "manevi şırınga" olmaktan öteye gidemezler
Başka bir deyişle, ne "Polotsk" dükalığını Belarusların, ne de "Manas" efsanesiKırgızların modern anlamda "millet" olduğunu ispatlamaya yeter. "Gaz verir", o kadar!
Aynı şekilde, Ortaçağ Baltık’ındaki bir Leton derebeyliğinden veya doğu bozkırındaki bir Türkistan emirliğinden "ulus" icát etmek, geç ve rötarlı milliyetçiliği bile aşar.
Çoktan kaçırılmış bir treni üç istasyon ötede yakalamak çabasına tekabül eder
Ve uluslararası planda en önemlisi de, Kazakistan’dan Ukrayna’ya, Kızıl İmparatorluk bünyesinden çıkıp şimdi birer devlete dönüşmüş olan ülkelerin hudutları sonsuz yapaydır.
Artı, sırf yapay değil aynı zamanda zorlamadır!
***
ÖYLEDİR ve nitekim, örneğin aynı Ukrayna’nın Kırım dahil doğu - güney doğuya doğru genişlemesi ancak 1954’te gerçekleşmiştir. Nikita Kruşçev sınır değişimlerini SSCB içinde bir "formalite" olarak gördüğü içindir ki, hiç yoktan Kiev’i "mükafatlandırmıştır".
Oysa, ezici çoğunluk Rus’tur ve afáki hudutlar şimdi Ukrayna için vahim çıbanbaşıdır.
Çünkü, söz konusu Ruslar haklı olarak "yabancı boyunduruğu"ndan yakınmaktadır.
Fakat buna karşılık, Stalin döneminde öz vatanlarından sürülmüş olan Kırım Tatarları, daha da haklı bir korunma refleksiyle, Yarımada’nın Kiev’e bağlı kalmasından yanadır.
***
İŞTE denklem ve çık çıkabilirsen işin içinden!
Ruslar bütün bir tarih boyunca hem Ukrayna’yı, hem de Tatar Hanlığını ezdi.
Sonra, toprak kaparak bağımsız olan aynı Ukrayna da şimdi o Rusları kısmen eziyor.
İki arada bir derede kalan Tatarlar ise ehven-i şer gördükleri için Kiev’i destekliyor.
Bu "milletler ve kavimler sorunu"nun çetrefilliğini yarın da inceleyeceğim.