BURJUVA nedir? Bizim "solcular"ın (!) küfür niyetine kullandığı kelime nicedir?
Pek çok şeyin ipucunu sunduğu için, önce yine etimolojiden yola çıkalım.
Sözcük, Cermen lisanlarında çoğul hane yerleşim birimlerini tanımlayan "burg" kökeniyle, Fransızcada mahalli aidiyet takısı olan "ois" ekinin bileşkesinden oluşmuştur.
Bu açıdan, Türkçedeki "kentsoylu" karşılığı esas itibariyle doğrudur.
Her halükárda da, "burjuva" mutlaka Batılı; daha ötesi, illá Avrupalı bir kavramdır.
* * *
KENTSOYLULUĞU Roma İmparatorluğuna ve "patrisyen - pater gentes" sınıfına dek çıkartanlar da vardır ama, buradaki asalet faktöründen dolayı ben bu tahlile katılmıyorum.
Zaten, genel kabul gören şekliyle, burjuva esas olarak geç dönem Ortaçağ ürünüdür.
Başka bir deyişle, toprak mülkiyeti ve tarım üretimi ekseninde varolan feodal ve serf katmanların aksine, yeni sınıf, şehir birimi ve ticaret uğraşı ekseninde doğmuş ve gelişmiştir.
Marx’ın deyimiyle "tarihe kılıç attığı" ilk coğrafi bölgeleri ise güneyde Venedik ve Cenova gibi İtalyan; kuzeyde de Brugge ve Anvers gibi liman ve nehir şehirleri oluşturur.
Şematikleştirsek, burjuvazi, aşağıda Akdeniz ufkuna açılan; yukarıda ise o Akdeniz’le Manş ve Baltık arasındaki ilişkiyi sağlayan Ren Nehri ekseninde hayata merhaba demiştir.
"Nehir" kelimesini kullandım ya, o halde, kendimizdeki kentsoylu yoksunluğunu açıklayabilmemiz için bunun üzerinde biraz durmamız gerekiyor.
* * *
ÖYLE, çünkü yine Karl Marx’a atıfta bulunursam, komünizmin babasına göre Doğu toplumlarında Batı tipi bir burjuvazinin oluşmaması ve onun "Asya tipi üretim tarzı" diye sıfatlandırdığı bir sistemin doğması, su yollarını disipline sokmaktaki zorluktan kaynaklanır.
Başka bir deyişle, "Kapital" yazarının "hidrolik toplum" diye nitelendirdiği ve kentsoylu yoksunluğu göz çıkartan Doğu sistemlerinin maddi kökenini, Asya ırmaklarının küçük siteler tarafından zapt-u rapta alınmayacak kadar çoşkun akmasında aramak gerekir.
Bunları hale yola sokmak; kanal kazmak, set inşa etmek; akıntının yukarısına salapurya çıkartabilmek için merkezi bir devlet mekanizmasına ihtiyaç duyulmuştur.
Yine Marx’a göre, "Şark despotizmi"nin kökeni bu doğa - insan çelişkisinde yatar.
Ve, yukarıdaki tez hem kısmen yanlıştır, hem de kısmen doğrudur.
* * *
İLKİN ve bilhassa yanlıştır, çünkü en önce, daha sonra değineceğim nedenlerden ötürü hiçbir sosyal sınıf; hele hele, yine bizzat "Manifesto" yazarının deyimiyle "tarihin en devrimci sınıfı" olan burjuvazi, salt üretim ilişkilerine indirgenemez.
Yukarıdaki "ekonomist" yaklaşım, aynı Marx’ın Hegel’den ödünç aldığı "iradeci tarih" anlayışından başka bir şey değildir. Özünde, kaderci bir "mukadderat ideolojisi"dir!
En başta din, toplumları "insani ruhiyat"tan soyutlayan; yahut o ruhiyatı "altyapı üstyapıyı belirler" basitliğine indirgeyen zihin şeması eninde sonunda yanılgıya götürür.
Zaten de bu "tarihi iradecilik" ideolojisine nihai balyoz 1989 "Duvar"ında inmiştir.
* * *
KALDI ki, Doğu’daki burjuva yoksunluğunu Marksist bir "hidrolik toplum" teziyle açıklamak, somut açıdan da doğru değildir. Bu yaklaşımın coğrafyası son derece sınırlıdır.
Nitekim, İdil, Ganj, Yangçe nehirleri Avrupa Ren’inden, Tuna’sından, Mozel’inden ne çok farklı debilerde akarlar; ne de çevreye daha az veya daha çok zarar yahut yarar sağlarlar.
Fakat, Rusya’da da, Hint’te de, Çin’de kentsoylu sınıfı ortaya çıkmamıştır!
Ama, Marx’ın kısmen yakaladığı ve esasına değinmediği sav aynı zamanda doğrudur.
Evet, tarihin en devrimci sınıfı olan o canım ciğerim ve o işkencem cehennemim burjuvazi hem ırmaklar gibi akar, hem de ırmaklarla birlikte akar ki, cumartesi işleyeceğim.