Bülent Ersoy olayı mı?

TRAVESTİ ve transseksüellerden hazzetmem. Hiçbir zaman da hazzetmedim.

Seyfi Dursunoğlu, nam-ı diğer ‘Huysuz Virjin’ gibi yüksek gradolu bir sanatçı ve ona koşut diğer kabare aktörleri ancak istisnaya girer ki, benim kendi kaidemi bozmaz.

Fakat, ‘hazzetmemek’ ve ‘kaide’ kelimelerini tamamen kişisel açıdan kullanıyorum.

Yoksa, hasmanelik ne kelime, tam tersine, tabii ki travesti ve transseksüellerin kamusal alanda sergilediği hal ve oluş tarzını da savunmakla yükümlüyüm.

Aksi takdirde ne demokrat, ne özgürlükçü, ne de hoşgörülü olabilirim.

Kimse benim paşa gönlüme uygun biçimde yaşamak ve görünmek zorunda değildir!

* * *

ÜSTELİK, karıştırdığım bir kaç psikoloji kitabından öğrenmişliğim var ki, henüz ‘genetikten mi, yetiştirilmeden mi’ tartışması kesin sonuca ulaşmasa bile, ‘öteki cinsiyet’in kimliğini edinmek içgüdüsü kişinin derin bilinçaltına uzanıyor.

Yani, ‘araz’ veya ‘travma’ demek caiz mi bilemeyeceğim ama, her halükárda travesti ve transseksüellerin ‘normatif değerler’ dışına taştığı kesin bir vakıa oluşturuyor.

Artı, Amazon efsaneleri ve Brezilya yerlileri malûm, mitolojik - antropolojik geçmiş söz konusu içgüdünün tá insanlık tarihi başlangıcında tezahür ettiğini ortaya koyuyor.

Başta Çin ve Japonya, yerleşik kültürlerin de hemen hepsiyle eklemleşiyor.

Nitekim, bizde Hüseyin Rahmi’nin kadın kıyafetli Heybeliada turundan başlayın; Batı’da ise Dumas’ın ‘Vandeli Kız’ romanına veya Offenbach’ın ‘Tülipatan Adası’ operetine uzanın, erkeğin dişiye; dişinin de erkeğe dönüştüğü örnekleri saymakla bitiremeyiz.

Öte yandan, giyim vitrininden video klibine, yaşadığımız ‘postmodern zamanlar’da, bilgiç lûgatte ‘androjini’ yahut ‘hermafrodi’ denilen ve iki cinsiyet sınırını muğlak kılan bir eğilim içine girildiğini görüyoruz. Kız mı, oğlan mı, anlayabilen beri gelsin!

Dolayısıyla, tekrarlıyorum, ben hazetmemişim ne yazar, travestilik ve transseksüellik ‘anormal’ yöne rağmen aslında, ruhi ve toplumsal kökenleri olan‘normal’ bir durumdur.

Ancaak!

* * *

ANCAĞI şu ki, aritmetik bir formüle ispatlayamasam dahi yine de şuna inanıyorum:

Yukarıdaki çifte köken genel bir ‘toplumsal ruhiyat’tan soyutlanamaz.

Yani, bana sorarsanız, ‘dişi açlığı’ndaki bir cinsel ezikliğin ve ‘maço pederşahiliği’ndeki bir ‘erkek tahakkümü’nün belirlediği toplumlarda her iki ‘sapma’ da yoğunlaşıyor.

Nitekim, tüm dünyaya ‘travesti fahişe’ ihraç eden Brezilya o maçoluğun Latin; bizim zenneye koşut ‘kabuki’ tiyatrosuna tapınan Japonya o maçoluğun Şintoist; hadımlamak vahşetini yaratan Çin de o maçoluğun Konfiçyüsçü anavatanlarına tekabül etmiyor mu?

Bu durumda, söz konusu zenne ve hadım geleneklerine bir de harem ve köçek tarihini eklemiş olan Türkiye’de, aynı tür fahişelerin ‘arz’ına yönelik ‘talep’ tesadüf olabilir mi?

Yine Zeki Müren’in geçmişte efsanileştirilmesi; üstelik de, ‘tabu yıkıcı’ (!) payesiyle donatılması, söz konusu ‘dişi açlığı’ndan ayrıştırılabilir mi?

‘Cinsel eziklik’ten kaynaklanan ‘cinsel ikiyüzlülük’ artık gizlenebilir mi?

* * *

VE tabii şimdi, özünde yukarıdaki eziklik ve ikiyüzlülüklerin ürünü olan; geri planında ise vahim kolektif arazlar yansıtan ‘Bülent Ersoy fenomeni’ne geliyorum. Hayır, o konuda tek satır yazmayacağım. Değmez!

Fakat bilhassa da, aynı Ersoy’un bir ‘sebep’ değil, yukarıdaki tabloda kelek fırçayla boyanmış dehşet hazin, dehşet trajik ve dehşet sefil bir ‘sonuç’ olduğu gerçeğini değiştirmez.

Travesti ve transseksüellerden hazzetmiyorum ama, ikiyüzlülükten de nefret ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları