Boncuk takacak halim yok, bakalım bunun ömrü kırka çıkacak mı?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Taksicilikten alıştığım ve herhalde demirden, sacdan ve plastikten bir herzeyle ihtiras aşkları için yatağa girmeyeceğim için, lügatin ‘hoyratlık’ kelimesi zemzem suyuyla yıkanmış kalır, istisnasız tüm kendi otomobillerimi de bir giyotin celladı kiniyle, bir 12 Eylül işkencecisi gaddarlığıyla kullandım.
Daima topuklama debriyaj, daima haşin vites, daima kökleme gaz, daima ani fren ve o ne, işte kıtıpiyoz meretin motoru yanmış; lastiği kabağa dönüşmüş; şanzıman kutusu dağılmış. Nazar boncuğu takacak halim yok, bakalım bunun ömrü kırka çıkacak mı?
ARTIK bir otomobilim var! Yani, adına gerçekten ‘otomobil’ denilebilecek bir otomobilim var. Zira, 19 yaşımdan beri altımdan gelmiş geçmiş olan haddi hesabı belirsiz ‘düldül’lerin çetelesini tutamam ama belki bir taneciği hariç, bunların hepsini zaten ölüm döşeğine yatmış oldukları üçüncü - dördüncü elden edinmiştim.
Allah rahmet eylesin, hiçbirinin ömrü o döşekte bir nebze daha solumaya vefa etmedi.
Sanki umutsuz hastalarına şıppadak ‘ötanazi’ zehiri şırıngalayan vicdansız bir hekimmişim gibi, ben bunları tez zamanda mezara gönderdim.
Öyle ki, haniyse profesyonel ehliyetime, ‘otomobil cenaze levazımatçısı. Motor, kaporta, lastik, bilûmum defin işleri’ diye yazacak duruma geldim.
Zaten de böylesi daha iyiydi.
*
EVET, böylesi daha iyiydi, çünkü fi tarihinde aslanın ağzındaki ekmeği taksi şoförlüğüyle kaparken, en yağlı müşteriyi ben alacağım; en mini etekli hatunu ben oturtacağım; en dangalak turisti ben kazıklayacağım diyerek ve de tabii ki, ‘n’asılsa patron mülkiyeti’ umursamazlığına sığınarak, zavallı arabacıkların canına okumayı iş edinmiştim.
Hayır hayır, bugüne kadar şu kadar yüzbin, belki milyon kilometre direksiyon sallamış olmama; üstelik de o direksiyonu serçe parmağımla oynatmak laubaliliğini sürdürmeme rağmen, şeytan kulağına kurşun, kazam mazam hiç yoktur.
*
Dedim ya serde profesyonellik var, kasko primleri canıma okusa bile sigorta bu babda göğsüme teneke madalya takacak.
Ben, o taksicilikten alıştığım ve herhalde demirden, sacdan ve plastikten bir herzeyle ihtiras aşkları için yatağa girmeyeceğim için, lügatin ‘hoyratlık’ kelimesi zemzem suyuyla yıkanmış kalır, istisnasız tümkendi otomobillerimi de bir giyotin celladı kiniyle, bir 12 Eylül işkencecisi gaddarlığıyla kullandım.
Daima topuklama debriyaj, daima haşin vites, daima kökleme gaz, daima ani fren ve o ne, işte kıtıpiyoz meretin motoru yanmış; lastiği kabağa dönüşmüş; şanzıman kutusu dağılmış.
Haydaa, merhumun defin işlemini tamamladıktan sonra gazete ilánını aç, en ucuzu araya araya verem ol; anan yahşi baban yahşi pazarlığa otur; sağdan soldan üç kuruş kaparo borcu bul, nihayetinde de başka bir külüstüre otur.
Nazar boncuğu takacak halim yok, bakalım bunun ömrü kırka çıkacak mı?
*
FAKAT sizlere yalan söylemek de istemem, belki kendi kendime bile itiraf etmesem dahi, bilinçaltımda daima eli yüzgü düzgün; daha doğrusu, benim ‘direksiyon tarzıma’ (!) uygun nitelikteki bir ‘canavar otomobil’in mülkiyetini sahiplenmek arzusuyla kavruldum.
Hayır hayır, tabii ki hayallerin de asgari bir cüret sınırı olması gerektiğinin farkındayım.
Dolayısıyla, öyle ‘Ferrari’ymiş, ‘Masserati’ymiş, ‘Bentley’mişgibi rüyalarıma girmesi dahi günah sınırını aşacak markaları asla düşünmedim.
Ama ne bileyim ben, leb demeden leblebiyi anlayacak, yani pedala dokunmak refleksimi hissettiği an silindir teyakkuzuna geçecek kranta bir ‘Alfa Romeo’nun en güçlü modeliyle ‘uçmak’ benim de hakkım olamaz mıydı?
*
Yahut, bangır bangır açılmış parazitli radyoları bile yalama piston gürültüsünden duyulmayan o benim ebedi külüstürlerimin yerine, bu kulunuz da, her ne kadar biraz ‘yeni zengin’ addetsem dahi yine de içimin cız ettiği ve mutlaka ‘kupe’ olması gereken haşmetmeab bir ‘BMW’de kırıtsa,onun sürati asla hissettirmeyen dingin sükûnetine sığınarak ve stereo hoparlörlü CD’ye kasten bir hadım ses, bir Bach kantatı koyarak, sağ elini yanında oturan hoş kadının diz kapakları yukarısında gezdirse fena mı olurdu?
Ömrü hayatım boyunca meteliğe kurşun ata ata hep ‘sefalet otomobilleri’yle yetineceğime, o sefaleti ‘sefa’ya çevirecek direksiyonlara kurulsaydım kötü iş mi yapardım?
Neyse, insan hayalle yaşarmış ve de ah, ah, ah, tekrar ah!
*
TAMAM, velev ki, malûm ‘haşin direksiyon tarzım’la (!) bunu da kısa sürede hurdahaş edecekmiş olayım.
O tarzımı bilen, hatta, ödlek kerimem hanımefendi hazretleri dahil, korkularından dolayı arabalarıma binmekten bile çekinen bazı tanıdıklar manıdıklar, böyle ukala dümbeleklik yaparak sözümona beni ‘tesselli’ye (!) yelteniyorlar.
Canına yandığımın, turşusunu kuracak değilim ya, varsın hurdahaş olsunlar.
Varsın, tez zamanda mezara girsinler! N’olacakmış yani?
Burada önem taşıyan yegane şeyi, bizzat benim mezara gitmeden hevesimin kursağımda kalmaması ve kıçımın deri koltuklu bir kaportaya değmesi oluştuyor ki, gerisi laf-ı güzaftır!
Ve, oh cancağızıma değsin; yağ bal olsun; güle güle kullanayım; altımda paralansın; beş koca aydan beri ve işte o melûn çukura iki seksen uzanmadan önce ben de nihayet ‘otomobil’ gibi bir otomobile sahip oldum.
Hikayesini, markasını, pılısını pırtısını ise gelecek pazara bırakıyorum.