Bizim deniz mi Sarkozy’nin denizi mi?

ÇOK büyük çoğunluğu bizim lehimizde tutum takınsalar dahi işi Paris’le kanlı bıçaklı olmaya dek vardırmayan AB üyelerini teker teker saymadan, hemen şu soruyu soruyorum:

Fransa’nın Türkiye’ye karşı bir Pirüs "zafer"i (!) kazandığı son Brüksel vukuatında Ankara’yı canla başla savunan iki esas devlet hangileri oldu?

İngiltere ve İsveç!

***

PEKİ de, biz Manş ve Baltık denizli bir ülke miyiz?

Tabii ki hayır! Sisli sularla ve kuzeyli fiyortlarla ne alákamız var ve de olabilir!

İki gündür burada vurguladığım gibi, teorik olarak Akdenizli addedilmemiz gerekiyor. Oysa işte meydanda, biri Kıta’nın en ucunda, diğeri ise en kutbunda olan Londra ve Stockholm "Türkiye’nin AB’ye tam üyelik perspektifi teyit edilmelidir" diye yırtınıyorlar.

Buna karşılık, sözümona aynı deniz sahilini paylaştığımız ve aynı anasonlu içkiden tattığımız Paris, "hayır, Küçük Asya’nın Avrupa’da yeri yoktur" diye rest çekiyor.

Ee, nerede kaldı o "Akdeniz dayanışması"? Hani "güneylilik ruhiyatı"? Tabii Nicolas Sarkozy’ye sorarsanız, bu dayanışma ve ruhiyat, asla gerçekleşme şansı olmayan bir "Akdeniz Birliği"nde Ankara’ya "temel direk" rolü verilerek ispatlanacakmış.

Dün dediğim gibi, istemez Mösyö Sarkozy, biz o deryaya düşmedik ve mersi boku!

***

EVET istemez, zira başta Berlin olmak üzere zaten daha ilk andan itibaren diğer AB üyelerinin yanaşmadığı; háttá Federal Şansölye’ye, "birlik içinde birlik mi kuracaksın" dedirtecek kadar tepki çeken "Akdeniz Birliği" projesinin somutluğu yoktur. Olmayacaktır!

Muhtemelen, Paris liderine akıl veren ve Tibetçeden tercümeyle "şerpa" denilen bir beyin takımının kafasından çıkmış olan bu be-yin-siz proje, ilk kez on iki yıl önce Akdeniz ülkelerini buluşturan "Barcelona süreci"nin temeli üzerinde inşa edilmek isteniyor. Tutmaz!

Tutmaz, çünkü o temelin de kaygan zemini, tıpkı Katalan limanı gibi, dolgu topraktır.

Öyle ki, en kıtıpiyos Kuzey Afrika ülkeleri dahi ciddiye almamıştır ve 2005’te onuncu yıl kutlaması yapıldığında, pek çok devlet başkanı törene "şeref" bile vermemiştir.

***

FAKAT durum böyleyken, Tibet manastırı rahibinden "feyz alan" (!) bir "şerpa"nın o sivri aklına esti diye, Nicolas Sarkozy havai ve afáki bir "plan"ı hortlatmaya kalkışıyor.

Üstelik, iki gündür káh Evliya Çelebi’ye, káh Fernand Braudel’e uzanarak anlatmaya çalıştığım gibi, öyle Akdenizli makdenizli değil, etnolojik, sosyolojik ve tarihi boyutta daima kıtalı ve karalı olmuş bir Türkiye’ye orada "temel direk" görev "lütfettiğini" buyuruyor.

Sanıyor mu ki, ağzıma bir karış Provans Alpleri balı sürdüğü için faka basacağım?

Aman Mösyö Sarkozy, sen benim gözüme iyi bak, eh müsaadenle kaçın kurrasıyım!

***

SONRA, hayır, AB bildirgesine Türkiye’nin "katılım"ı kelimesini koydurtmamakla aynı Sarkozy zafer mafer kazanmadı. Daha doğrusu, olsa olsa bir "Pirüs zaferi" kazandı. Ancak kabul, bu, öteki üyeler tarafından Paris’e verilmiş göreceli bir "tavizdir".

Fakat aslında, Brüksel mekanizmasındaki diğer Fransız çelmelerini aşmaya yöneliktir. Yani, üyeler Sarkozy’nin Ankara şantajına kısmen "he" demekle iç bünyedeki Paris engelini atlamış; o Sarkozy ise Fransa kamuoyuna "sağlam durduğunu" göstermiş oldular.

Oysa, kendisi cim karnında nokta ve kıymet-i harbiyesi devede kulak kalan bu fitne, "uzun ince yol"da daha çok karşılaşacağımız doğal engebelerden bir tanesidir. O kadar!

Ama dikkat, "yol" kelimesini kullandım. Deniz lügatindeki "rota"yı ağzıma almadım.

Çünkü, pöh, Türkiye de, Fransa da Akdenizliymiş ve anasonlu içki içermiş falan filan. Aman aman, dayanışması da, ruhu da ve de bilhassa, "Akdeniz Birliği" kusur kalsın!

Yazarın Tüm Yazıları