"ALTMIŞ Sekiz" bir "ütopya"ydı! Yani, adı üzerinde, bir "hayal"di!
Ve bütün hayaller gibi de, ayakları sağlam zemine basmıyordu. Basbayağı "uçuk"tu.
Diğer bir deyişle, önceden hazırlanmış mantiki bir projeyle ortaya çıkmadı.
El yordamıyla ilerledi ve hayatı elástiki bir süreç içinde "dö-nüş-tür-dü".
* * *
FAKAT, otuz sekiz yıl sonra bugün mesafeyle baktığımız takdirde, "kutsal isyan"da belirleyici olan temel özelliğin "anti-otoriter" eksen olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Öyle bir eksen ki, o sıra çizgiyi henüz yarattığıyla değil, sorguladığıyla çekmektedir.
Deyimler yerindeyse, "yıkıcı" dinamiği "yapıcılığına" haydi haydi ağır basmaktadır.
Ve, hemen tüm devrimlerin ilk aşamasını oluşturan yukarıdaki olguya ek olarak, daha sonra tedricen hayatı da dönüştürebildiği içindir ki, "68" hiç şüphesiz bir "devrim" oldu.
Üstelik, başta Herbert Marcuse,sanayi ötesi toplumlardaki insani yabancılaşmayıeleştiren Franfurt Ekolü filozofları "ásiler"e rota gösterdiği için, "devrim" aynı zamanda "anti-modernist" bir nüve barındırdı. Şimdiki "postmodernizm" o sıra ana rahmine düştü.
Zaten de, esas "patırtı" 2. Savaş ertesi üst refaha ulaşmış bu tür toplumlarda koptu.
Artı, modern sınıf mücadelesi "sol"undan bağımsız; háttá ona rağmen ve karşı gelişti.
İşte, günümüz Fransa’sındaki "maddi realizm"in tam aksine, 38 yıl önce bir "manevi ütopizm" olarak patlak veren "Mayıs İsyánı", otorite sorgulaması ve tabu yıkıcılığından dolayı bir "kültür devrimi" oldu ki, iktisadi değil ruhi açıdan da hayatı "dö-nüş-tür-dü"!
Peki, aynı şey Türkiye’de de gerçekleşti mi?
* * *
BİRİNCİ plana olumsuzlamayı koyarak, "hem hayır, hem evet" cevabını vereceğim.
Hayır, çünkü tamamen 1968 Baharı’nın "dünya ahvali"nden esinlenerek ortaya çıkan ve ilkin üniversitelerdeki boykot ve işgallere yansıdığı için de sanki yine bir otorite karşıtlığı varmış izlenimi uyandıran "Türkiye Mayıs"ı, aslında hiç mi hiç "anti-otoriter" değildi!
Otoriteye değil mevcut otoriteye karşıydı ki,en çok tekrarlanan "ordu - gençlik elele, milli cephede" sloganı buna ibret vesikasıdır. İstenenin "yeniliği" (!) de göz çıkartmaktadır.
Zaten, Batılı hemcinslerinin "yasaklamak yasaktır" şiarını kullandığı bir dönemde, bırakın karşı görüşlere ifade hakkı tanımayı, "sol" (!) öğrenci gruplarının kendi aralarında dahi tabanca çekmeye başlaması, "Altmış Sekiz ruhu"yla taban tabana zıt bir kábustur.
Nitekim, çok geçmedi, yukarıdaki otoritarizm arayışı bodoslamadan bir "totalitarizm arayışı"na kaydı ki, pespaye terörü ve "cinnet yılları"yla gerisini hepimiz biliyoruz.
Üstelik, diğer ibret belgesi, otuz sekiz yıl sonra dahi, "ulusalcı - İttihatçı" gericiliğe sarılmış bir bölüm "emekli", kenditabelásına ciddi ciddi "68’liler" diye yazabiliyor.
O halde, hayır, dünya genelinde olup bitenin tersine, "Kutsal İsyán" ülkemizde "özgürlükçü" bir temele oturmadı ve "esaretçiliğin" habis tohumlarını saçtı.
Fakat aynı zamanda "evet" ve bin defa "evet"!
* * *
EVET, zira yukarıda kaydettiğim gibi, bizzat kendisi el yordamıyla ilerlemiş olan "68 İsyán"ı, zaten bir çelişkiler ve zıtlar kaosu olan tarih dinamiğinde Türkiye’yi de değiştirdi.
"İsyan"a bulaşanları veya seyirci kalanlarıyla, bir bütün olarak değiştirdi.
Velev ki "cinnet yılları" suçuna iştirak etmiş olsunlar, o bulaşanların ciddi bir bölümü "Ási Mayıs"ın mayasında bulunan ve bilinçaltlarında yerleşiklik kazanan sorgulama dürtüsüsayesinde hem kendilerini "toparladılar", hem de sonraki dönüşümde motor rol üstlendiler.
Nitekim, tabii ki maddi iktidarolarak değil ve zaten bu hırs ütopya olamaz ama, bugün Türkiye’de değişimi "fikri eksen"olarak "68 ruhiyatı" ve onun "etkileme alanı" belirliyor.
Az buz şey mi, 2006 Mayıs’ında da otuz sekiz yıl önceki iyimser bahar yelleri esecek.