"OYSA bizler o dönemde ’Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Ortalıkta, karda yürürken kart-kurt sesleri çıkarttığı için Kürt denilmiştir diye tarifler dolaşıyor".
Dün dediğim gibi, eski Jandarma ve Karakuvvetleri Komutanı, emekli Orgeneral Aytaç Yalman imzasını taşıyan bu sözler aynı zamanda konunun "bam teli"ni yakalıyor.
Yani dolaylı yönden, ortada bir Kürt sorunu değil bir Türk sorunu olduğunu ispatlıyor.
Peki, neden Kürt değil de, "Türk sorunu"?
Cevaba gelmeden önce, yanıtı kolaylaştıracak bir parantez açacağım.
* * *
ENGİN Ardıç da aynı sözlere ilişkin olarak önceki gün yazdığı makalede, "Sizi hiç olmazsa yanlış eğitmişler, bizi hiç eğitmediler ya paşam" diyordu. Tabii ki öyleydi!
Eğitilmek ne kelime, sanki Kaf Dağı’nın ötesindeki yecüc mecüclermiş gibi, biz Kürtleri daima ve daima, yarı var - yarı yok insanlarmış gibi algıladık. Öyle algılandırıldık.
Nitekim, hatırladığım kadarıyla, ortaokul ve lise tarih kitaplarında Kürt kelimesi yalnız "Kürt Teáli Cemiyeti" gibi bir olumsuzlamayla geçiştirilirdi. Anlayabilene aşkolsun!
Oysa, ben ki kitap kurdu bir yetişkinim; artı, tek tük hecelediği Türkçede yumuşak "g"leri telaffuz edemeyerek "agam" diyen Ramazan’ın Kürt olduğunu biliyorum.
Fakat aslında hiçbir şey bilmiyorum.
* * *
BİLMİYORUM, zira Kürt nedir ve niçin öyle denilmektedir, esas onu bilmiyorum ki!
Müslüman ve Diyarbakırlı Ramazan neden Türkçe konuşamıyor?
Diğerleri onu niye "alaverá dalaverá, Kürt Memet nöbete" diye maytaba alıyor?
Aptal değilim, "öteki" kimliği taşıdığını ve "ben"den ayrıştığını tabii ki farkediyorum.
Oysa, söz konusunun ayrışmanın kökeni hakkında ne fikrim, ne de öğretenim var!
* * *
HATTA öyle ki, "cinnet yılları" girizgáhında, on altı yaşıma doğru TİP militanlığına soyunduğumda, partide "Doğulular Grubu" denilen bir kümelenme olduğunu görüyordum.
Ama orada da Kürt kelimesi kullanılmıyor. Veya, sanki sır verilirmiş gibi kullanılıyor.
Dolayısıyla, yemin ediyorum ki, Kürtlerin gerçek kimliğini öğrenmeye ve kendi tarihimiz içindeki yerini az çok araştırmaya başlayışım yirmili yıllarımın ilk yarısına uzanır.
Orgeneral Yalman’ın değindiği ve bana topçu tugayında nasip olan "kart-kurt" türü "eğitim"i geçersek, tüm Cumhuriyet kuşakları gibi ben de Kürtler bab’ında asla eğitilmedim.
* * *
İŞTE,Kürt sorununun aslında bir "Türk sorunu" olması da buradan kaynaklanıyor.
Zira, siz onun sıfatını dahi reddederek "öteki"ni yok sayıyorsunuz. İnkár ediyorsunuz.
Elinizi vicdánınıza koyun, bu, en önce benim sorunum; háttá suçum değil midir?
Hele hele, özrü kabahatinden büyük, Kürtler az biraz "hayır, ben ’sen’ değilim, ben ’ben’im" demeye başladığında, son çareyi kart-kurt" (!) "eğitimi"nde arıyorsunuz.
O güne dek ismini dahi anmadığınız insanlara "sus, ’sen’ değil ’ben’sin" diyorsunuz.
Ve böyle yaparak da aslında çift taraflı bir şovenizmin değirmenine su taşıyorsunuz.
* * *
İNKÁRCILIĞIN doğal olarak körüklediği Kürt milliyetçiliğini zaten geçiyorum.
Ama bir de, "öteki"nin olmadığı; veya "ben" olduğu söylemiyle şartlandırılmış iyi niyetli kitlelerde, "yeni" (!) Kürt taleplerine karşı Türk milliyetçiliği kızıştırmış oluyorsunuz.
Etki-tepki ilişkisi içinde de bunlar birbirlerini besliyor ve üst raddeye tırmanıyorlar.
Oysa, madem yukarıdaki kasti suskunlukla; daha beteri, "kart-kurt" eğitimiyle Kürt sorununu bir "Türk sorunu" olarak ben yarattım, o halde önce kendi sorunumu çözeceğim.
Yani "sen"in "ben" olmadığını dobra dobra kabulleneceğim ki, "biz"de buluşacağım.