ASLINA bakarsanız, tabii ki şu "insani ziyaret" (!) hakkında yazmam gerekir.
Çünkü, "Ergenekon" zanlısı oldukları için Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan iki emekli paşaya üniformalı bir paşanın "görüşmeci" gittiğini öğrendiğimde, dudağım uçukladı.
Üstelik, üzerine bilhassa basa basa, söz konusu ziyaretin "TSK adına" resmengerçekleştirildiği duyurulunca, akıl ve iz’án sahibi herkes gibi ben de şaşkına döndüm.
Hele hele, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, yukarıdaki inanılmaz gelişmeyi açıklayan bildirinin aynı zamanda da, o generalleri sanık sandalyesine oturtmuş yargıyı kastederek "ordunun adalete güveni tamdır" dediğini okuyunca, küçük dilimi tam yuttum.
Dolayısıyla, konu hakkında edilecek o kadar çok láf var ki!
Fakat yine de bugün "Kandıra insaniyetçiliği"ne (!) değil, son tahlilde çok daha fazla önemli olduğu için, Türkiye’nin "evrensel diplomatlığı"na değineceğim.
* * *
BUNA değineceğim, zira ne mutlu ki ülkemiz şu an uluslararası sahnede bir "yükselen yıldız" kavisi çiziyor. Boğaz akıntılarının yakamozuyla pırıldıyor.
Ve bu olguyu görmemek için ya dehşet partizan, ya da bakar kör olmak gerekiyor.
Nitekim, yukarıdaki "pırıltı"nın en son örneğini, Suriye, Katar ve Fransa önderlerinin katılımıyla önceki gün Şam’da gerçekleşen "İstikrar İçin Diyalog" zirvesindeki dördüncü ayağın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ınşahsına odaklanmasıoluşturdu.
Başka bir deyişle, zaten aynı Suriye’yle İsrail arasındaki temasların mimarı ve öncüsü olan Ankara bölge politikalarına öylesine damga vurur hale geldi ki, Paris lideri Nicolas Sarkozy bile "Türkiye müthiş işler başarıyor" demek zorunda kaldı.
Tabii, ülkemizin AB üyeliği hedefine taş koymakta başı çeken o Sarkozy’nin yeminli "Türkofob" addedildiğini hatırlatmaya gerek görmüyorum.
Artı, "vazgeçilmez Türkiye" başyazısı yayımlayan "Le Figaro" gazetesinin de, aynı Sarkozy tarafından temsil edilen Fransız "sağ"ına sözcü olduğunu eklemiyorum.
* * *
ÖTE yandan, Rusya’nın Gürcistan topraklarını fiilen ilhak etmesiyle noktalanan son krizde Ankara’nın hemen devreye girmesi ve "Kafkas İşbirliği Planı"nı teklif etmesi, Türkiye’yi yukarıdaki coğrafyada da "ciddi aktör" konumuna geçirdi.
Proje gerçekleşir veya gerçekleşmez o kadar önemli değil, ülkemizi öne çıkartan olgu bizatihi bu girişimci ve aktif tutumdan kaynaklandı.
Hele hele, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bugün Erivan’a gitmesiyle birlikte hayati bir tabunun yıkılacağı ve gelişmeler aynı seyri izlediği takdirde de Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin "normalleşebileceği" düşünüldüğü takdirde, aynı Kafkasya’da Ankara’nın daha çok "vazgeçilmezlik" kazanacağını öngörmek pek fazla "hayalperestlik" sayılmaz.
Üstelik, "Batı camiası" mensubiyetine rağmen o Ankara’nın Tahran’la da "samimi" olduğu ve İran sorununun önümüzdeki dönemde de gündemden düşmeyeceği hesaplanırsa, ülkemizin diplomatik planda biraz daha "pırıldıyacağını" varsaymak yine yanlış olmaz.
* * *
EVET evet, yine bize ne mutlu ki, eski ve yerel statükonun can havliyle yaptığı son hamlelere rağmen ülkemiz y-e-n-i ve e-v-r-e-n-s-e-l bir statüko arayışında dev adımlar atıyor.
Yukarıdaki "Le Figaro"nundeyimiyle "vazgeçilmezliği"ni her an pekiştiriyor.
Tekrar yukarıdaki Sarkozy’nin ifadesiyle de, "müthiş işler başarıyor".
Ve, böylesine hızlı dönüşen; böylesine ufku açılan ve böylesine öne çıkan bir ülkeyi artık ne "Kandıra ziyaretleri", ne de "Kandıra insaniyetçilik"leri geriye götürebilir.
Çünkü, belki modern tarihinde ilk kez iç ve dış dinamikleri bu denli uyumlu harmanlayan Türkiye, şimdi o "insaniyetçilik"in yine e-v-r-e-n-s-e-l boyutuyla donanıyor.