Bir dere ki!

EZELDEN beri Kadıköylüler Kurbağalı dereye “boklu dere” dediler.

Haberin Devamı

Veya derlerdi. Nur içinde yatsın, doğma büyüme Kızıltopraklı Faika Teyzem eğer yaşasaydı herhalde 120- 130 yaşlarında olacağına ve o dahi çocukluğunda akarsuyun aynı adla anıldığını anlatmış olduğuna göre, demek ki yukarıdaki vaftiz ismi çok, çok eskilere uzanıyor.

* * *

İKİNCİ cümlede “derlerdi” diye kasten geçmiş zaman kullandım.

Çünkü lodos günleri hariç o leş koku şimdilerde nispeten daha az hissedilir oldu.

Artı, değişen şehir sosyolojisi aynı şehrin lügatini de değiştirdi. Ölü kelimeleri sildi.

Semtlere bizzat ahali tarafından verilmiş isimleri bilenlerin sayısı çok azaldı.

Hayır, bunu şımarıkça bir yakınma bir olarak söylemiyorum. Sonsuz doğaldır!

Doğal olmayan şey budala nostaljiyalarda ah vah çekerek, dev bir dinamikle “orta sınıf”a dönüşen yeni kentlilerden onların vakıf olmadığı ve olamayacağı şeyleri beklemektir.

* * *

Haberin Devamı

ÖYLEDİR, zira İskele-Bostancı tramvayı daha Yoğurtçu köprüsüne gelmeden tedbirli davranıp sahanlıkta burnunu tıkamış olanlar bugün kaç kişi kaldı?
Celâl Şahin’in konuyu hicveden skeçlerine gülmüş olanların sayısı şimdi ne kadardır?

Veya dere ağzında sandal kiralayıp Moda burnunda Hıdrellez denizine siftah etmiş eski “orta sınıf” şehirlilerin oranı yeni şehirliler arasında hangi orana tekabül ediyor?

Devede kulağa ki, o halde artık Kurbağalı dereye “boklu dere” denmiyor diye hayıflanmak hak ve salahiyetine kimse sahip değildir!

Üstelik yukarıdaki kötü ve “ayıp”(!) sıfatın sürekliliğini yitirmesi ve kendini tekrar üretmek ihtiyacını hissetmemesi aslında çok olumlu bir gelişme oluşturuyor.

Belli, refah toplumuna yaklaştıkça “boklu dere”ler gidiyor ve “aklı dere”ler akıyor.

Fakat en azından bir tanesi hariç!

* * *

EREĞLİ’yi geçip Londra asfaltından Tekirdağ’a doğru giderken daha Yeniçiftlik civarında dehşet bir koku otomobilin içini doldurdu. Pencereleri kapattık, para etmedi.

Koku arttı, arttı, daha da arttı ve köprüyü haydi hayli aştıktan, ta kavşağa, Yenice’ye, belki Karevli’ye ulaştıktan sonra bile bütün leşliğiyle dört bir yana sindi.

İğrendiriyor.

Çünkü fi tarihinde sazlıklarında turna avlanan ve kumlarında kerevit toplanan Şerefli Deresi şimdi belki bütün Marmara Bölgesi’nin en “boklu deresi” olarak denize akıyor.

Ağzına bilhassa gidip kendim de gördüm, bir lök, bir çirkef, bir balçık olarak akıyor!

* * *

BURASI daha atmışlı sonundan yıllardan itibaren, yukarıdaki eski “orta sınıf” şehirlilerin ilk refah belirtileriyle birlikte küçük sayfiyelerle donanmaya başlamıştır.

Ülkenin en eski kıyı sitelerini barındırır. Mütevazi yazlıklar peşpeşe sıralanır.

Ve dediğim gibi, arıtma tesisini ancak 2013 bütçesine alan Çorlu belediyesinin lağımı; artı, sanayi işletmelerinin zehiri şimdi bu “boklu dere”den oluk oluk deryaya dökülüyor ki, “tatlı suyun” (!) tuzlu suya karıştığı yerde “denize girmek yasak ve tehlikelidir” yazıyor.

Ve şaka gibi; ve sanki mikroplar sınıra ve bakteriler çizgiye riayet ediyormuş gibi, ahali son tabelâdan itibaren kendini dalgalara bırakıyor. Kara vebaya doğru kulaç atıyor.

Ve sanki hazin bir Emir Kustirika filmi seyrediliyormuş gibi de, aynı yerdeki Roman kampında günlük hayat sürdürülüyor. Çamaşır yıkanıyor, aş pişiriliyor, bebek değiştiriliyor.

Eyvah, yavaştan yavaşa “refah toplumu”na ulaşmakta olan bir ülkede “boklu dere”ler mıntıka değiştiriyor ve bu defa ters yönde, çirkefi şehirden taşraya doğru akıtıyor.

Oysa, eski veya yeni, ruhen “şehirli” olabilmek artık hiçbir yerde ve hiçbir zaman “boklu dere”leri kabullenmemekten ve mutlaka “aklı dere”ler talep etmekten geçiyor.

Yazarın Tüm Yazıları