SIRBİSTAN sırf Avrupa’da değil bizzat Balkan’da dahi bir "istisna" oluşturuyor.
Olumsuz anlamdaki "nev-i şahsına münhasır" kimliğini hálá ve hálá koruyor.
Yani, kábile şovenizminden ve "öteki" husûmetindan bir türlü vazgeçmiyor.
Dolayısıyla da, orada bile göze batıyor; orada bile sırıtıyor; orada bile aykırıkaçıyor.
* * *
ÖYLE, çünkü malûm, İmparatorluğumuzun can çekişme süreciyle birlikte yöredeki her halkın ayrı ulus - devlet kurmak ihtiras ve sevdasına kapılması, 19. asır nihayetinden itibaren siyasi lügatte girmiş olan "Balkanlaşmak" deyimiyle tanımlanır.
Başka bir deyişle, Rumeli’miz "kávim milliyetçiliği"nin "anavatanı" addedilir.
Ve işte, Belgrad başkentli ülke şu 21. yüzyıl başında dahi, şimdi ister istemez ve iyi kötü biraz "normalleşmiş" olan bu coğrafyada bile, eski tas eski hamam özelliğini koruyor.
* * *
NİTEKİM, çok eskilere uzanmayalım ve zaman dilimini, Slobodan Miloseviç’in iktidara geldiği "kanlı yıllar" dönemeciyle sınırlı tutalım.
Kolektif hafızadaki efsane ve hortlakları diriltmekle ortaya çıkan bu "modern" Sırp milliyetçiliği, söz konusu "öteki"ni sırf İslami aidiyetten Boşnak ve Arnavutlarda keşfetmedi.
Aynı soydan indiği, şive ve ağız farkıyla aynı dili konuştuğu; aynı İsa’ya inandığı; ama dini mezhep ve tarihi kimlik itibariyle ayrıştığı Slovenleri ve Hırvatları dahedef aldı.
Zaten de, Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna - Hersek, Kosova ve Karadağ derken Yugoslavya’nın tamamen dağılması ve nihayetinde de, azámiyi talep eden o Sırbistan’ın en asgariyle sipsivri kalması, tamamen ve tamamen yukarıdaki olgudan kaynaklandı. .
Ve, Dimyat’a pirince giden evdeki bulgurdan olmasına rağmen, Slav Ortodoks Rusya hariç, Belgrad uluslararası planda da diğer tüm "öteki"leri yine düşman saymaya devam etti.
Dolayısıyla, evet, Sırbistan Kıta’nın ve Yarımada’nın ortasında anakronik bir çıbanbaşı oluşturuyor ki, pazar günü gerçekleşen başkanlık seçimi birinci turu da bunu tekrar ispatladı.
* * *
TEKRAR ispatladı, çünkü geçmişte Miloseviç’in "hınk deyiciliği"ni yapmış olan ve bu defa da, zaten fiiliyatta gitmiş bir Kosova’yı hálá "vermem" diyerek aynı irrasyonel milliyetçiliğe oynayan Sırp Radikal Partisi adayı Tomislav Nikoliç oyların yüzde 39’unu aldı.
Aslında yine Kosova’nın bağımsızlığını reddeden, fakat ateşle suyu yanyana getirmeye çalışarak aynı zamanda AB’yi de "idare etmeye" çalıştığı için "liberal" (!) addedilen şimdiki Başkan Boris Tadiç ise yüzde otuz beş oranla ikinci oldu.
Şüphesiz, Belgrad kulislerindeki muhtemel entrikalar kestirilemeyeceğimizden, 3 Şubat’taki son turda kimin galip geleceği şimdiden öngörülemez.
Ancak, yeni başkan kim olursa olursa olsun, sırf yukarıdaki tablo dahi Sırbistan’da hálá ve hálá hüküm süren "hastalıklı ruhiyatı" yansıtmaya yetiyor.
* * *
ÖYLE, çünkü yüzde 63’lük bir katılımla ülke ölçeğinde "rekor" gerçekleşmesi dahi başlıbaşına bir gösterge oluşturuyor. Zira, oylamada şehirler değil kırlar seferber oldu.
Nikoliç, kávmi milliyetçilikle özdeşleşen "derin Sırbistan" tarafından baş tácıedildi.
Demek ki, yukarıdaki "öteki" düşmanlığı kolektif bilinçaltında öylesine yer etmiş ki, onca bádiriye ve onca derse rağmen; üstelik de AB’nin "hadi, az biraz ’normalleşin’, size kapıyı açacağız" güvencesine rağmen, o "derin Sırbistan" hálá eski hortlaklarıyla yaşıyor.
"Sırp’ın Sırp’tan başka dostu yoktur" sloganlarıyla pışpışlanıyor.
Hayali düşman yaratan efsanelere ve hayali düşman üreten komplo teorilerine inanıyor Evet evet, Sırbistan, o "Balkanlaşmak" terimininin Balkan’ında dahi "sırıtıyor" .
Sırbistan bir "anti-örnek" oluşturuyor ve ondan bizim de ders çıkartmamız gerekiyor.