Edremit Körfezi hafiften aydınlamaya başladı mıydı, ilk güneş huzmelerinden dolayı artık yakamozu seçilmeyen su memelileri tam karşıdaki Midilliye doğru kulaç atıyorlar.
Bata çıka, sırtlarında Homeros efsanelerini ve İlyada destanlarını taşıyorlar.
Ve sabırsız ben, İzmir baskısı gazetelerin Behramkale’ye geliş saatini bekleyemiyorum.
Ufkum Egeli ve ciğerim cigaralı, yarı uykudaki refakatçimin "burada da mı dünyayı kurtaracaksın" diye söylenmesine aldırmaksızın, portatif bilgisayardan internete giriyorum.
Mürekkep kokan sayfaların hazzına varamasam dahi, ahvali oradan takip ediyorum.
***
SONRA, mesleki deformasyon, kendi kendime hep aynı soruyu soruyorum:
Tatil sonrası tekrar kaleme sarıldığımda, aşağıdaki iki konudan hangisini işlemeliyim?
İlk yazımı, ebedi statükoyu hallaç pamuğunu gibi atmakta ve ezeli militarizmi yaldızlı boya gibi kazımakta olan şu tarihi "Ergenekon Çetesi" soruşturmasına mı ayırmalıyım?
Yoksa, Paris’te toplanan "Akdeniz İçin Birlik" (AİB) zirvesine mi değinmeliyim?
***
İŞTE kararım: Körfez’in, Ada’nın, yakamozun, Homeros’un ve yunusların yüzü suyu hürmetine, bu sonuncusundan başlayacağım.
Çünkü, zeká yaşı ancak "embesil" seviyesini tutturabilmiş darbeci generallerin zihni sefaleti veya omzu gamalı haç dövmeli "hanım ulusalcı"nın kodes izdivacı, hayati önemdeki ilk konu hakkında yazılacak ve tiye alınacak o kadar çok şey var ki, bunlar yarına da kalabilir.
Oysa, "Akdeniz İçin Birlik" zirvesi önceki gün gerçekleşti. Hemen de unutulacak.
Kabul, otel odama ne Cevat Şakir, Azra Erhat veya Eyüboğlu biraderlerin iç denizi içselleştiren "mavici" eserlerini, ne de Fernand Braudel’in "2. Filip Döneminde Akdeniz Dünyası" ciltlerini getirdim ama, farketmez. Konu hakkında genel bilgi dağarcığına sahibim.
Dolayısıyla, bari sıcağı sıcağına AİB’ye dair iki satır karalayayım da, hem meseleyi kısaca savmış olurum, hem de karşı suların şehvetine sadakatte kusur işlemem.
***
EVET, topu topu iki satır, çünkü üçüncü bir satıra değmez. Gelecekte de değmeyecek.
Zira, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin rüyalarına giren ve AB bünyesinde öne atılacak bir Paris’in Akdeniz’e sarkmayı planladığı AİB fikri daha en baştan ölü doğdu.
Mağrip ve Maşrık ülkeleri dahil, ilk andan itibaren hiç kimseyi cezbetmedi.
Hele hele, başta Almanya, Topluluk devletleri "hop dedik" diye hep birden ayağa kalkınca, Sarkozy Fransızca’daki "şaraba su katmak" deyimini hatırlatmak zorunda kaldı.
Yani, Elysee Sarayı kiracısının Brüksel’i "sollamak" hezeyanına yüz veren çıkmadı
Dolayısıyla da, tüm geleneklerin aksine, bir "aile fotoğrafı"nın dahi çekilmediği "Akdeniz - Avrupa Zirvesi", Paris önderinin ancak zevahiri kurtarmasına imkán sağladı.
Bütçesi yok, planı yok, programı yok, söz konusu AİB girişimi olsa olsa, on üç yıldan beri ağır aksak bile işlemeyen Barselona Sürecinibir nebze "tazeledi" ki, işte hepsi o kadar!
***
ÖTE yandan, Türkiye son ana kadar yeni gelin gibi nazlanmakla; yani Zirve’ye katılıp katılmayacağını kasten muallakta bırakmakla, en usta ve en kıvrak diplomasiyi uyguladı.
Elçi üstüne elçi gönderen ve rica minnet yalvaran Nicolas Sarkozy’nin burnu sürtüldü.
Zaten nihayetinde de, esas ağır top Başbakan Erdoğan’ın yer almayacağı bir buluşma hiçbir kıymet-i harbiye taşımayacağından, aynı Sarkozy tükürdüğünü bal gibi yaladı.
Ankara’nın AB üyeliği süreci yaşadığının ortak bildiride zikredilmesine gık diyemedi.
Dolayısıyla da, İlyada Akdeniz’ine taş ve efsane Paris’ine ok atıp kolumuz yorulmadı ya, bizim açımızdan bundan daha iyisi ve daha mükemmeli bir tek can sağlığı sayılır!